Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

En Eski Pasajlar Gönderileri

En Eski Pasajlar kitaplarını, en eski Pasajlar sözleri ve alıntılarını, en eski Pasajlar yazarlarını, en eski Pasajlar yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Geçmişteki umut kıvılcımın körükleyerek tutuşturma yeteneği, yalnızca geçmişi özümsemiş tarihçide bulunabilir; düşman galip geldiğinde, ölüler bile kendini bu düşmanda kurtarmayacaktır. Ve bu düşman daha zafer kazanmayı sürdürmektedir."
Sayfa 40 - ykyKitabı okudu
Uzaklarda bir yerde! çok geç! belki de asla! Nereye kaçıyorsun bilmiyorum, ne de sen biliyorsun neredeyim Sen ki sevmiş olacağımı biliyordun!
Reklam
Yükseklerden bakıyorum, yuvarlaklığı içerisindeki yerküreye Artık aramıyorum bir kulübenin sunacağı sığınağı
... mutluluk tasarımı içersinde, kaçınılmaz olarak, bir tür ilahi kurtuluşun titreşimleri de vardır. Tarihin konu edindiği, geçmişe ilişkin tasarım için de bu, böyledir. Geçmiş, kendisini kurtuluşa yönelten gizli bir dizini de beraberinde taşır. Zaten bizden öncekilerin içinde yaşadıkları havadan hafif bir esintiyi biz de duyumsamaz mıyız? Kulak verdiğimiz sesler içerisinde, artık susmuş olanların yankısı da yok mudur?
Moda, geçmişin çalılıkları arasında dolanıp duran güncel’in kokusunu alma yeteneğine sahiptir. Başka deyişle moda, geçmişe atlayan bir kaplan gibidir. Yalnız bu atlayış, egemen sınıfların buyruğundaki bir arenada gerçekleşir.
Film stüdyosunda aygıt, gerçekliğe öylesine derinliğine girmiştir ki, bu gerçekliğin aygıtın oluşturduğu yabancı cisimden özgür kılınmış, arı görünümü, ancak özel bir yöntemin uygulanmasıyla, yani buna göre ayarlanmış bir kamerayla yapılacak çekimle ve bunlarla aynı türden başka çekimlerin montajda birleştirilmesiyle elde edilebilir. Gerçekliğin aygıttan özgür kılınmış görünümü, burada gerçekliğin düşünülebilecek en yapay görünümüne dönüşmüş, dolaysız gerçekliğin görünümü ise teknik alanında ender bulunur bir çiçek olup çıkmıştır. Tiyatrodakinden böylesine ayrılan olgu bağlamı, daha aydınlatıcı nitelikteki olmak üzere, resim sanatı alanındaki olgu bağlamıyla karşılaştırılabilir. Burada soracağımız soru şudur: Kameraman ile ressamın karşılıklı konumları nedir? Bu soruyu yanıtlayabilmek için, temelini cerrahi alanından bildiğimiz operatör kavramında bulan bir yardımcı kurguya başvuracağız. Cerrah, karşı kutbunda büyücünün yer aldığı bir kutbu simgeler.
Reklam
Pirandello’nun anlatışıyla, oyuncunun aygıt önündeki yabancılığı, insanın aynada kendi görüntüsü karşısında duyumsadığı yabancılıkla aynı türdendir. Gelgelelim aynadaki görüntü artık insandan ayrılabilir, taşınıp götürülebilir olmuştur. Peki nereye götürülmektedir bu görüntü? izleyicinin önüne. Sinema oyuncusu, bunun bilincinde olmaktan bir an için bile kurtulamaz. Sinema oyuncusu, aygıtın önünde dururken, hakkında yargıya varacak son makamın izlerçevre olduğunu bilir; bu, pazarı oluşturan alıcıların yarattığı izlerçevredir. Sanatçının yalnızca çalışma gücüyle değil, ama teni ve saçlarıyla, yüreği ve tüm benliğiyle kendini adadığı bu pazar, sanatçı açısından, kendisi için öngörülen edimi gerçekleştirme anında, fabrikada üretilen bir mal ne kadar uzaktaysa, o ölçüde uzaktadır. Pirandello’ya göre, sanatçının aygıt önünde kapıldığı tutuklukta bu olgunun da payı yok mudur? Sinema, atmosferin (Aura) zayıflamasına, personality'yi stüdyonun dışında yapay yoldan kurarak yanıt verir.
Sanat yapıtının teknik yoldan yeniden-üretilebildiği çağda gücünü yitiren, yapıtın özel atmosferi olmaktadır. Bu olgu bir belirti niteliğini taşımakta ve anlamı salt sanatın alanıyla sınırlı kalmamaktadır. Şöyle denebilir genelleştirilmek istendiği takdirde: Yeniden-üretim tekniği, yeniden-üretilmiş olanı geleneğin alanından koparıp almaktadır. Bu yeniden-üretilmişi çoğaltarak, onun bir defaya özgü varlığının yerine, yine onun bu kez kitlesel varlığını geçirmektedir. Ve yeniden-üretilmiş olanın, alımlayıcıya bulunduğu konumda seslenmesine izin vermekle, üretilmiş olanı güncelleştirmektedir. Bu iki süreç, gelenek yoluyla aktarılmış olanın dev bir sarsıntı geçirmesine yol açmaktadır - bu gelenek sarsıntısı, şu andaki bunalımın öteki yüzünü ve insanlığın yenilenişini dile getirmektedir.
Proust, kaçamak yaparak şu sonuca varır: “Bu kuruntunun gerçeğe dönüşmesi, ancak insan açısından var olan tek gerçekle, yani insanın kendi duygu dünyasıyla ilintili kılınsaydı, düşünülebilirdi.” Valéry’nin rüyalardaki algılamanın bir aura algılaması olduğu yolundaki saptaması, yukardakine yakın, ama nesnel yöneliminden ötürü daha ileriye dönük bir saptamadır. “Burada şöyle ya da böyle bir nesne görüyorum, dediğimde, benimle nesne arasında bir eşitlik kurulmuş olmaz... Buna karşılık rüyada böyle bir eşit kılma vardır. Gördüğüm nesneler, benim onları gördüğüm kadar beni görürler.” Tapınakların doğası da rüyalardaki algılamayla aynı düzeydedir; Baudelaire, şöyle der: İnsanoğlu kendisine alışkın bakışlarla bakan Bir simgeler ormanından geçirir yolunu.
Uyumaktalar neşeli ve avare gemiler şimdi; Yerine getirmek için son arzunu Geliyorlar dünyanın bütün sularından. Baudelaire, rıhtımdaki gemilerin sergilediği temsile dalıp gittiğinde, bunu onlardan yansıyan bir meseli okumak için yapar. Kahraman da, o yelkenli gemiler gibi güçlü, anlamlı ve uyumlu bir yapının taşıyıcısıdır. Fakat açık denizlerin kahramanı çağırması boşunadır. Çünkü yaşamının üstüne karanlık çökmüştür. Modernizm, kahramanın yıkımıdır. Modernizmin çağında kahraman, öngörülmemiştir; bu tip için bir kullanım alanı yoktur. Modernizm, kahramanı emin bir limana sonrasız bağlar; onu sonrasız bir işsizliğe teslim eder. Kahraman, son somutlaştırılma biçimiyle ortaya bir Dandy kimliğiyle çıkar. Güçleri ve rahat tavırları sayesinde her davranışlarıyla bir yetkinliği sergileyen bu insanlardan biriyle karşılaştığımızda, kendi kendimize şöyle deriz: “Şurada giden, herhalde varlıklı biridir; ama kişiliğinde hiç kuşkusuz işsiz kalmış bir Herakles gizlidir.” Bu insan, kendi büyüklüğü tarafından taşınıyormuş izlenimini uyandırır.
871 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.