Halime Validemiz Rasülullah Efendimiz'i (sav) asla yanından ayırmazdı. Bir gün her nasılsa süt kardeşi Şeyma ile birlikte öğleyin kuzuların yanına gitmişti. Geldiklerinde Halime kızı Şeyma'ya: "Niçin böyle güneşin şiddetli vaktinde dışarı çıkıyorsunuz?" demiş. Şeyma da: "Biz sıcak görmedik. Kardeşimin başı ucunda bir parça bulut dolaşıyor. O nereye giderse bulut da onunla beraber gidiyor ve o bir yerde dursa bulut da duruyor. Buraya kadar hep gölgelikte geldik." diye cevap vermiş.
Fahr-i Alem Efendimiz gençlik çağına erdi. Yüzü nurani, sözü ruhani, konuşması güzel, sözünde dosdoğru idi. Kureyş topluluğu içinde seçkin ve eşsiz oldu ve Muhammedü'l-Emin (emniyetli ve güvenilir Muhammed) diye şöhret buldu.
Gerçekten Kur'an-ı Kerim ne nazımdır ne nesirdir. İkisinden başka tatlı bir kelamdır ve baştan sona fasih ve beliğdir, hepsi mucizedir. Yani benzerini vücuda getirmekten insanlar acizdir.
Fahr-i Alem (sav) Efendimiz Safa Tepesi üzerinde Cenab-ı Hakk'a hamd ve sena ederken Ensar'dan bazıları "Hazret-i Peygamberimiz (sav) vatanına kavuştu, aşiretiyle görüştü. Hiç bundan sonra dönüp de bizim beldemize gider mi?" diye endişe ederlermiş.
Hazret-i Cibril Aleyhisselam gelip Rasül-ü Ekrem'e Ensar-ı Kiram'ın endişelerini bildirdi. Hatemü'l-Enbiya Hazretleri de:
"Ey Ensar cemaati! Ben Allah'ın kulu ve rasülüyüm. Sizin beldenize hicret ettim. Hayat ve ölümüm sizin yanınızdadır." buyurdu. Ensar-ı Kiram Rasül-ü Ekrem'in bu iltifatından fevkalade sevindiler, sevinçlerinden ağlaştılar.
Kulak veriniz, dikkat ediniz, gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir sarayın döşemesi, gökyüzü yüksek bir tavan, yıldızlar yürür, denizler durur, gelen kalmaz, giden gelmez.