Bir salona erkek girince, kadınlarınızın daha yarısından fazlası ayağa kalkıyor. Sokakta kadın üstüne dikilen bakışlara dikkat ediniz. Birçoklarınızın avucundan, tokatladığı kadınların kokusu duyulabilir. Sizin kadınlarınızda isteri, bir cins-i nöbet değil, kalp hastalığıdır. Harem-selamlık, iki ayrı ev, iki ayrı pencere, iki ayrı duvar mıdır? Hayır... İki ayrı ahlak, iki ayrı namus, iki ayrı ırz, iki ayrı terbiye, iki ayrı hayat, iki ayrı felsefe... Erkek flörtü ahlak, kadın flörtü ahlaksızlık; erkek sokağı namus, kadın sokağı namussuzluk... Hanginiz bir başka kadını tecrübe etmediniz, hanginiz sizin olmayan bir kadının tecrübesini bile hoş gördünüz? Erkekler saltanatı, tanrı - erkekler saltanatı...
Yığın toprağını sanat yumuşatır, sanat sular; sanatın yumuşatamadığı, sulamadığı yığın toprağı üzerinde fikirler, kuru fikirler, çakıl taşı gibi yuvarlanır, zıplar, kayıp gider.
Yukarı Türk sanatı Moliere'ini yetiştirmediği için halk, ara sıra yarattığı lüzumlu kahramanlar gibi, Karagöz'ü perdeye sürmüştür. Karagöz, halk kahkahasının, halk hıncının, halk aklıseliminin, halk tokadının şahıslanmasıdır.
Çıplakta ahlak yoktur! demek istemiyorum. Artık göğsünü bacağını değil, kadının içini arar olduk. Fakat, "kimde iç kaldı?" diye soracaksınız. Gençlerimizin kafaları, kuştüyünden daha hafif, buhardan daha uçucu bir kültür, öğleden sonra saat beş kültürü ile dolmuştur.