Nasıl geçmişti günler?
Nasıl olurdu, uzak diyarlarda, memleketten uzak, memleket gibi ölümler?
Nasıl dökülürdü güz mevsiminde pelteleşmiş vedalarda sarılı pembeli kırmızılı güller?
Oysa oturup iki laf daha edilecekti...
Yorgun ciğerlerden bezginlik değil, hayata dair neşeli tümceler, şen gülücükler, üstü açılmamış özgün ve özgür espriler dökülecekti...
Sabahın ilk ışıkları yırtarken Alp'lerin soğuk griliğini...
Düşerken gözlerin üzerine çiğ taneleri gibi, sonsuz uyku taneleri...
Koşarken yavaşlar gibi...
Ölen arkadaşlar gibi...
Sessiz ve sitemsiz...
Gidiyor da hemen dönecek gibi...