İsmail Güzelsoy'un "Banknot" adını verdiği üçlemesinin ikinci kitabı ile geldim bu kez. Ayrıca bu kitap, yazardan okuduğum beşinci kitap. Çünkü kendisini okumayı çok seviyorum.
Başına gelen talihsiz bir olayla Rumeli Kasabı, kısaltılmış haliyle Rukas olarak ün salmış karakterimiz Sinan, "ustam" dediği dostu Salih'in
Öyle bir hale geldi ki dünya, acıtan, ezen sen değilsen canı yanan tarafsın demektir. Kimse kendi dünyasının efendisi olamıyor ve doğal olarak kendi hesabıyla baş başa kalamıyor. Bunun sonucunda herkes günahlarının bedelini başka birilerine ödetmeye çalışıyor.
Onun tevekkülle boyun eğdiği mutlak yalnızlığını hiç fark etmediler belki de. Soru sormadılar, bu yüzden de onun kahraman ve deli dünyasıyla tanışamadılar. Hiçbir şey anlamadılar...
"İhanete uğramak ne güzeldir, diye düşünüyordum. Öyle ya da böyle, ihanetin yol açtığı hasardan kurtulur insan, ama ya hain olan tarafsan... Bunun için bir ceza olmamalı..."
Her şeyi okuyor olmalıydı Salih. İnsanların bakışlarındaki ürkeklikte, onların yediği sopaların; hüzünlü bir gülümsemede terk edilişlerin izini; hayâsız bir kahkahada ise korkuyla örülmüş isyankârlığımızı avlıyordu belki de.
İntihar edenlere karşı dile getirilmeyen bir hayranlık ve saygı vardır ya... Akıl düzeyinde intihar bir düşkünlük, hayatın zorluklarıyla yüzleşir yüzleşmez kaçıvermek yüreksizliğinden başka ne ki? Ama gönül nazarında; intihar eden kişi kendisini değil, geride kalanları öldürmek için bu yolu seçmiş biridir ve onun, hayatını yüzümüze savurması bizi derinden sarsar. En değerli hazinemiz ömre tenezzül etmeyip çekip giden bu adamlar hakkında ne söylersek söyleyelim; ağır bir trajedi buğusunun arkasında, onlar gizli birer kahraman olmayı sürdürürler.
"... Belki de bu yüzden Türkler hiçbir zaman bir Scotland Yard tiplemesi üretememiştir. Düşünsene, dedektif zanlıyı sorgularken ona bütün sırlarını verirmiş..."