"İbni abbas anlattı. Efendimiz bir kimse görmediği bir rüyayı gördüm diye anlatmak için zorlanırsa kıyamet günü önüne iki arpa tanesi konulur, "Haydi bunları birbirine bağla" denir. Adam uğraşır iki arpa tanesinin uçlarını yan yana getirir durur, kan ter içinde kalır. Âdeta tosladığı duvarın önünde kendiyle boğuşur. Elleri bir araya gelmez, alnından terler boncuklaşır. Gözleri yorulur kan çanağına döner. Âh, bu ne zorluk, bu ne çekilmez bir anı olur. İnsan gözlerinin önüne bile getirmek istemez, saatlerce kendi ile boğuşur, parmaklarının ucu uyuşur, beyni zonklar, ne yapacağını bilemez, bir yardım dilenir, kimse yardımına koşmaz, orada bir denetmenin gözetiminde kendi ile boğuşur, kalakalır. İki arpayı birbirine bağlayamaz. Bu kısır döngüdeki azapta adam tükenir."
Ölsem duyar mıydın, ya öldüysem? Öldüm de diyebilirim. Ben kendimi bir şeylere karşı öldürdüm bile. Kendimden haber alamıyorum. Senin benden haber alamayışın doğal, eğer haberin olursa bana da bildir. Bir yerlerdeyim.
"Herkesin bir anı vardır, bir dönüş, bir düşüş, bir yükseliş, bir ölüş, bir çözülüş anı...İnsan bir anda bilinmedik bir duyguyla bütün duygularını, duyarlılığını, dikkatini yitirir ve kapılır ya,..."
Öncelikle şunu söylemeliyim ki kitaba fazlaca ön yargılı yaklaştım. Çünkü şöyle bi' içini açıp göz gezdirdiğinizde aşikâr olan yazım hataları göze çarpıyor. -Noktadan sonra küçük harfle başlamak gibi- Yazarın bunu bilinçli olarak mı yoksa gözden kaçırarak mı yaptığını bilmiyorum. Fakat kitabın hemen her yerinde aynı hatayı görmek, ikinci seçeneği bir nebze imkansız kılıyor. Birinci ihtimalin nedeni de, yazarın her şeyden elini eteğini çektiği ihtimali olabileceğini düşünüyorum. Kitabı okumaya başlayınca yavaş yavaş sevdiriyor kendini. Evet, ilahi bakış açısıyla kahraman bakış açısının harmanlandığı bir eser olmuş. Ve gerçekten konudan konuya atlamasıyla da adındaki 'rüya' kelimesinin hakkını vermiş. Üslubunu da biraz şiirsel ve hoş buldum. Velhasıl kelam -eleştirdiğim kısımları olsa da- beğendiğim eserlerden biri diyebilirim.
Kimsenin kimseyi tanıdığı, bildiği, anladığı yok. Öyleyim, sen de öylesin. Uzak bir kentte dilini yitirmiş, kimseyle görüşmeyen, hâlleşmeyen, sadece içiyle boğuşan biri olmayı tercih etmişsin.