Unutmadın değil mi?
N'olursun seslen, unutmadım de bana.
Değirmenimiz vardı orda su başında.
Çardaklı evimiz vardı.
Ahırımız, ahırımızda atımız, sığırımız, koyunumuz, keçimiz, tavuklarımız vardı.
Tarlamız vardı, bahçemiz vardı, bostanımız vardı.
Güzün toprağı sürerdik.
Baharda toprağa patlıcan, biber, kavun fidelerini dikerdik.
Yazın meyve devşirirdik bahçelerimizde, üzüm devşirirdik bağlarımızda.
Faytonla giderdik şehre.
Sünnet merasimlerinde çocuklarımıza oyuncak, evlilik çağında kızlarımıza dantelli entari alırdık; ipek şal ve ipek yağlık alırdık.
Düğünlerde oynardık, gülerdik, türküler söylerdik, ve camilerimizde namazlar kılar, dualar okurduk.
Daha sonra...
Sonra günün birinde nasıl oldu, niçin oldu bilmiyor kimse; Tanrı değil; buhran gibi, kasırga ve tayfun gibi, deprem ve şiddetli rüzgâr gibi doğal hayatta üstün bir güç de değil ama elleri silahlı ve silahlarıyla doğal hayatı dizlerine getiren birileri geldi, 'Bunlar bize gerek,' dediler ve atımızı aldılar, koyunlarımızı aldılar elimizden, sonra bağımızı aldılar, tarlamızı, bahçemizi aldılar, sonra evlerimizi aldılar, daha sonra da bu topraklar üstünde yaşamaya hak sahibi değilsiniz dediler ve ihtiyar ve genç demeden, kadın ve kız demeden, çoluk çocuk demeden hepimizi silah altında topladı ve aşsız susuz trenlerin kilitli vagonlarına doluşturup yurdun binlerce mil uzağına ve bilinmezliğe götürüp bıraktılar bizi.