Yedi senedir bu sokaktan gayri, İstanbul şehrinde bir yere gitmedim. Ürküyorum. Sanki döveceklermiş linç edeceklermiş, paramı çalacaklarmış -ne bileyim bir şeyler işte- gibime geliyor da şaşırıyorum. Başka yerlerde bana bir gariplik basıyor. Her insandan korkuyorum. Kimdir bu sokakları dolduran adamlar? Bu
koca şehir, ne kadar birbirine yabancı insanlarla dolu. Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar? Aklım ermiyor. Birbirini küçük görmeye, boğazlaşmaya, kandırmaya mı? Nasıl birbirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor.
Hani bazen kuvvetli gibi gözüken şeyler vardır. Demirden gibi gözükürler. Fakat elin en küçücük bir temasıyla çat kırılıverir, paramparça olurlar. Öyle bir haldeydi.
Herif hem türkü söyler, hem çapa çapalarmış, doncak.
- Sen kimsin? demişler
-Na! demiş, şu ağaç altında uyku kestiren herifin uşağıyım.
Nerede yatarsın?
Samanlıkta
-Ne yer, ne içersin?
- Bey ne verirse.
Ne verir?
- Kuru ekmekle soğan...
-Hiç dertlenir misin?
-O da neye?
Yani ya, kederlenir misin?
-Bilmem öyle şey, demiş, ben cahilim.
Hah, demişler, aradığımiz adam!
-Aman, biz de seni arıyorduk. Versene şu gömleğini bize, sana bir kese altın verelim.
-Gömleğim yok ki...