Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şiir Nasıl Okunur

Terry Eagleton

Şiir Nasıl Okunur Gönderileri

Şiir Nasıl Okunur kitaplarını, Şiir Nasıl Okunur sözleri ve alıntılarını, Şiir Nasıl Okunur yazarlarını, Şiir Nasıl Okunur yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
28 bin kişilik bir ordunun, Yüzde 15'i öldürüldü, Yüzde 25'i yaralandı. Dövüşmek için Geriye kaç kişi kaldığını hesaplayınız.
Pitman'ın Sağduyulu Aritmetik Kitabından, 1917Kitabı okudu
Eğer gerçekten bilebildiğim tek şey kendi duyusal algılarımsa, o zaman sizi nasıl bilebilirim ki ? Vücutlarımızın duvarlarıyla birbirimizden sonsuza dek ayrılmıyor muyuz ?
Reklam
Bugün tükettiğimiz şey nesneler veya olaylar değil, onları deneyimleyişimizdir.
F. Nietzsche, Kendisini 'yavaş' okumayı gösteren bir öğretmen olarak sunmuş, yavaş okumayı hıza takıntılı bir çağın tersine giden bir çentik olarak görmüştü.
·
Puan vermedi
Tery Eagleton
Şiirin yapısı ve doğasını anlayabilmek için mutlaka okunmalı. Ayrıca yazar, örnek şiir tahlilleri ile şiir yazmanın yanında okumanın da bir zanaat olduğunu gösteriyor.
Şiir Nasıl Okunur
Şiir Nasıl OkunurTerry Eagleton · Agora Kitaplığı · 201177 okunma
Reklam
Bu tür satırları okumak neredeyse fiziksel bir çaba gerekti​rir, ne de olsa göz, dizelerin karmakarışık sözdizimini çözmek ​ve özel isimlerden oluşan ağaçlık bölge boyunca kendine bir ​yol açmak için mücadele eder. Altıncı dizeden yedinciye ge​çerken dramatik bir biçimde üzerimize atlayan şeytan'dan iti​baren Milton'ın gramatik labirentindeki kıvrımlar ve dönüşle​ri takip ettikçe, dizeler hakkındaki hissimizi düzenli biçimde ​içimizde tutmamız gerekir. Serbest ölçü okumamızı yavaşla​tır, bizi Milton şiirinin ünlü müziğini bütün o retorik dolu ​marifet gösterisi içinde deneyimlemeye zorlar. "Denizi ara​mıştı ve karayı"dan "Ganj Nehri ve Indus"a geçerken sözdizi ​​minin huzursuz kıvrım ve dönüşlerinde , cümleciklerin zah​metli bir biçimde üst üste yığılmalarında biz de şeytan gibi ge​ziniyor gibiyizdir, sonuçsuz bir istikamete girdikten çok kısa ​bir süre sonra bir başka istikamete yöneliriz . Dizelerin her bi​ri bir ötekinin içinde ve dışında zikzaklar çizerek yol alırken, ​ölçü ile konuşan ses arasında karmaşık bir etkileşim gerçekle​şir. Konuşan ses, İngiliz serbest nazımı için tipik olan aşırı bir ​esneklik ve çeşitliliğe sahip bir ölçü düzeniyle hareket eder; ​ancak şiirin yükseltilmiş tonu, bu becerikli sözdizimsel kıvrıl​malar ve dönüşlerin hepsinden mağrur bir biçimde sapasağ​lam çıkmayı başarır. ​Öyleyse, şairler dil materyalistleridir.
Edebiyat' bir gerçeklik meselesi değil his meselesiydi
Edebiyat olarak adlandırılan olgu yaklaşık olarak bu sıralar­ da doğmaya başladı. 'Edebiyat' sözcüğü daha önce yazının hem gerçeklere hem de kurmacaya ait çeşitli formlarını kapsamak üzere kullanılmıştı; ancak bütün yazının erdemleri, yazının tek ve özel olarak ayrıcalıklı bir türünde, şiirde temsil edilmektey­di. Şiir, özgün yazı türlerinin çoğunun peşinde olduğu formdu. 'Edebiyat' bir gerçeklik meselesi değil his meselesiydi, dünyevi değil aşkındı, toplumsal olarak geleneksel değil biricik ve öz­ gün olmakla ilgiliydi. Şiir soyutlamaları hor görüyor, yalnızca özgül ve bireysel olanla ilgileniyordu. Genel olgularla değil, nabzınızda hissedebileceğiniz şeylerle ilgiliydi. Bu açıdan ba­ kıldığında bir şiir teorisinden bahsetmek gerçekte çelişkili olur. Somut olanın bilimini yapamazsınız. Tekil olanın sistematik bilgisinden bahsedilemez.
Rasyonalistler ve ampiristler için sözel süsleme, insanı me­selenin gerçeklerinden uzaklaştırıyordu. Şekilsel gelişmeler somut incelemelere boyun eğiyordu. Mesela, eğer toplumsal adaletsizlikleri ele almaya hevesliyseniz, erkekler ve kadınların durumunun ne olduğunu gerçekçi biçimde bilmeniz gere­kirdi; bu durumda retoriğin veya fantezilerin işinize yaraması mümkün değildi. Onlar başkalarının yiyeceği yokken hayalle­ rinin tadını çıkarabilenlerin ayrıcalığıydı. Sözcük oyunları re­fahın düşmanıydı. Duygular dünyaya erişimin bir biçimi değil, dikkatlerin duygusal veya demagojik biçimde ondan başka yere çevrilmesiydi. Gelişmekte olan demokrasi, retoriğin otoriter üst tonundan endişeliydi -retoriğin siyasal kökenleri düşünüldüğünde bu ironik bir durumdu; ancak aynı zaman­ da kalabalıkların anarşik tutkularını heyecanlandırabilecek türde bir popülist retorikten de endişe duyuyordu.
Aydınlanma çağında hakikat sözel-olmayan, diyalojik-olmayan, şiirsel-olmayan, bağlamsal-olmayan ve et­kisel-olmayan bir hale gelmişti. İdeal olarak dilden bütünüy­ le bağımsızdı, ne de olsa -hakikatin aracısı olan- dilin kendi­si de ona yönelik potansiyel bir engeldi. Sözcüklerin belirsiz­ liği, anlamların açıklığını engelliyordu. Hakikat ayrıca çok daha uzmanlaşılmış, bölümlere ayrılmış bir hale geliyordu; retorik evrensel bir anlatı olmayı iddia ettiği ölçüde, artan oranda işlevinden oluyordu.
Reklam
Tutkular da metaforlar da dünyanın nesnel vizyonunu bulanıklaştırıyor­ du ve retorikte bunların ikisi de vardı.
Sözcük oyunları re­fağın düşmanıydı. Duygular dünyaya erişimin bir biçimi de­ğil, dikkatlerin duygusal veya demagojik biçimde ondan baş­ ka yere çevrilmesiydi.
D.H. Lawrence'ın kadın düş­manı şiiri
Sahip olmadığım duygulara sahip değilimdir. Sahip olmadığım duygulara sahip olduğumu söylemeyeceğim. Sahip olduğunu söylediğin duygulara sahip değilsin. lkimizin de sahip olmamızı istediğin duygulara ikimiz de sa- hip değiliz. lnsanlar sahip olmaları gereken duygulara asla sahip değil­lerdir. Eğer insanlar duygulara sahip olduklarını söylüyorlarsa emin olabilirsin ki onlara sahip değildirler. O zaman eğer ikimizden birinin herhangi bir şey hissetme­ mizi istiyorsan, Sen iyisi mi duygu fikrinden bütünüyle vazgeç. ("To Women, As Far As I'm Concerned" [Bildiğim Kadarıyla, Kadınlara] )
Nietzsche'ci Üst İn­ san, bir e-posta kullanıcısı değildir. Yine de siyaset ve metin­ sellik arasındaki bu ilişki çok daha gerilere, gerçekte bildiği­ miz edebiyat eleştirisi formlarının en eskisi olan antik dün­ yanın retoriğine dek gider. Geç antik dönem ve Ortaçağlar boyunca bizim bugün eleş­ tiri olarak bildiğimiz şey, gerçekte retorik olarak biliniyordu; antik dünyada bu sözcüğün hem metinsel hem de siyasal bir anlamı vardı.Hem sözsel mecaz ve ifadelerin araştırılması. hem de ikna edici kamusal konuşma sanatının araştırılması anlamına geliyordu. İkisi birbiriyle yakın biçimde ilişkiliydi: Profesyonel retorikçiler, amaçladığınız siyasal etkileri en iyi şekilde elde edebilmeniz için hangi sözsel aygıtların gerekli olduğu konusunda size yardımcı olmaya hazırdılar. Antik Ro­ma okullarında pratikte bu, bazen eğitimin ta kendisiydi. An­tik dönemde yaşayanlar, şiir diye bilinen özel bir söylem türü­nün varlığını kabul ettiler; ancak bununla dilin öteki türleri arasında kesin bir ayrım yoktu. Retorik hepsinin bilimiydi ve şiir, tıpkı tarih gibi, retoriğin yalnızca bir alt dalıydı. Bir tür üst-söylemdi, dilin her tür biçiminde başarılı bir iletişim için gerekli yöntemleri tanımlıyordu. Üslupla ilgili stratejileri araş­ tırmanın siyasal bir anlamı vardı, onları kendi retoriksel pra­ tiğinizde en etkili biçimde nasıl kullanacağınızı bilmek anla­ mına geliyordu. Zarafetle konuşmak ile bilgece düşünmek arasında yakın bir ilişki olduğu düşünülüyordu. Estetik bir hata, yasal bir hesap hatasına yol açabilirdi.
Dil hem Kültür hem de kül­ türün -edebiyat eserinin ve insan topluluğunun- bilinç kazan­ dığı vasıtadır; edebiyat eleştirisi de bu yüzden bizi biz yapan vasıtanın yoğunluğu ve karmaşıklığına yönelik bir duyarlılık­ tır. Yalnızca kendine özgü nesnesiyle ilgilenerek, bir bütün olarak kültürün kaderine yönelik esaslı etkiler yaratabilir.
225 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.