İçi üzüntüyle doldu. Yapayalnızdı. Annesi yoktu artık, sevgilisi bile. Demin dışarı yolladıkları, arkadaşlarıyla dolu meyhaneden başka yeri de yoktu. Üzüntüsü dağıldığında, yola çıkalı bir çeyrek olmamıştı bile. Basit bir avuntu bulmuştu kendine: büyüyecek, buyruk dinlemek zorunda kalmayacaktı. Öyle istiyordu ki sevinçli olmayı. Daha hiç olmamıştı. Bir, hayır iki kere şöyle içinden geçivermişti o şey, balık pazarında balıkları fırlatıp alanı koşarak geçtiğinde, iki dakika hep zıplayıp durmuştu. Kaldırım taşları, depoların kül rengi duvarlarından kıvılcımlar saçılmıştı, ama çok geçmişti bunun üstünden, hem de ancak iki dakika sürmüştü o zaman bile. Öbür keresinde, bıçak hala titriyordu elinde, tokadın yeri hâlâ yanıyordu yüzünde, tam yapayalnız ne yapacağını bilmezken, birden sağında solunda arkadaşları bitivermişti, ardından çabucak yerlerine dönmüşyerdi yine, asık suratlı, durgun arkadaşlardı, ama olsun, bir an her şey başka türlü gelmişti ona.
Sizin 'ilk adım' dediğiniz şey, genellikle insanın birden yepyeni bir yola adım atması biçiminde olmuyor. Çoktan bir yöne dönmüş olması gerektiğini anlayana dek eski yolda yürüyor insan.