Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Tağutu Reddetmek ve Laik Partileşme Sınavı

Mehmet Pamak

Tağutu Reddetmek ve Laik Partileşme Sınavı Hakkında

Tağutu Reddetmek ve Laik Partileşme Sınavı konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.
0/10
0 Kişi
9
Okunma
1
Beğeni
364
Görüntülenme

Hakkında

Hedef, illa ve her şeye rağmen “Müslüman” kadroların yönetmesi değil, evet Müslüman kadroların, ama mutlaka İslâmî hükümlerle ve adâletle yönetmesi olmalıdır. Zaten böyle yapmadıklarında akîdevî bir sapma da yaşanmakta ve Allah’ın tehdidine muhatap olunmaktadır. Müslüman’ın siyasal alandaki hedefi, kulluk eksenli bir hayat tasavvuru içinde sadece Allah’a kulluk yaparak, O’nun rızasını kazandıracak tavizsiz İslâmî mücadele ile toplumsal dönüşüme vesile olarak, Allah’ın vaat ettiği İlâhî yardımını celp etmeye çalışmak (Muhammed Suresi, 47/7), Allah’ın hükümlerine dayalı İslâmî adâlet sisteminin gelmesine zemin hazırlamak olmalıdır. Doğru ve sahih bir din anlayışını topluma taşıyabilmek için, toplumun vahyîn belirleyiciliğine ve tevhidî akîdeye doğru dönüşümüne vesile olabilmek için, öncelikle hiçbir şartta ve hiçbir gerekçeyle taviz verilmemesi gereken ve değiştirilemez, terk edilemez vahye dayalı temel ilke ve değerlerde ısrar eden, vahyîn şâhidliğini âdil ve emin bir kimlikle ortaya koyan dâvetçi kadrolara ihtiyaç vardır. Kendilerini, bâtıl kavram ve modellere bulaşmadan özgün İslâmî kavramlarla tanımlayan, bu durumdan bir eziklik ve kompleks duymayan, vahyîn getirdiği kavram, ilke ve değerleri eylem ve söylemlerine egemen kılmaktan ve bunları bıkmadan, yorulmadan sürekli yaşayarak topluma taşımaktan usanmayan ve utanmayan, tam tersine onur duyan şahsiyetli müslümanlara ihtiyaç vardır. İstikrarlı, zikzak çizmeyen düşünce seyri ve süreklilik arz eden çabalarıyla istikametini bozmadan yürüyen örneklerin çoğalıp yaygınlaşmasına ihtiyaç vardır. Egemen şirk sistemi ve kurumlarıyla uzlaşmaktan, bütünleşmekten uzak duran, dünyevîleşmeye pirim vermeyen, bedeli neyse ödemeyi göze alarak, köklü bir inkılâpla tevhidî toplumsal değişimin gerçekleşmesi için çaba göstermekte ısrarcı olan, Müslüman öğrenci, aydın, entelektüel ve akademisyenlere olduğu kadar, yine aynı özelliklere sahip esnaf, tüccar, çiftçi, işçi vb. halktan insanlara da ihtiyaç vardır. Toplumun örnek alacağı, emanete riâyetkâr, doğru sözlü, ahde vefalı, iffetli, izzetli, âdil, emin ve güvenilir müslüman şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Mekke'deki "Muhammedü'l Emin" örnekliğini çağımıza taşıyarak vahye şahidlik yapan güzel ahlaklı ve adaletiyle güven veren İslamî şahsiyetlere ihtiyaç vardır. İnandığı değerleri, hiçbir dünyevî menfaat karşılığında satmayan, akîdesini ve ilkelerini hiçbir hesap korku ve endişe ile terk etmeyen muvahhidlere ihtiyaç vardır.
Tahmini Okuma Süresi: 15 sa. 25 dk.Sayfa Sayısı: 544Basım Tarihi: Aralık 2016Yayınevi: Maruf Yayınları
ISBN: 9786059376150Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Kitap İstatistikleri

Kitabın okur profili

Kadın% 20.0
Erkek% 80.0
0-12 Yaş
13-17 Yaş
18-24 Yaş
25-34 Yaş
35-44 Yaş
45-54 Yaş
55-64 Yaş
65+ Yaş

Yazar Hakkında

Mehmet Pamak
Mehmet PamakYazar · 10 kitap
Ülkeyi batılılaştırma, laikleştirme politikalarına karşı çıkıp, adalet için İslam şeriatıyla hükmedilmesi talebiyle kıyam eden ve bu yüzden 1933 yılında Van Erciş’ten Çanakkale’ye sürgün edilip Ezine ilçesi Pınarbaşı ve Mahmudiye köylerine mecburi iskâna zorlanan iki ailenin torunu olarak 1950 yılında Ezine-Pınarbaşı köyünde doğdu. İlk eğitimini Pınarbaşı Köyü İlk Okulunda, Orta ve lise eğitimini ise Çanakkale Lisesinde tamamladı. 1967 yılında başladığı Üniversite tahsilinin ilk üç yılını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde, son yılını da, öğrenci olayları sebebiyle devam edemediği SBF’den ayrılıp naklini aldırdığı Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesinde tamamladı. 1971 yılında İşletme Fakültesi’ni bitirdi. Öğrenciliği sırasında Ülkü Ocakları’nda aktif görevler üstlendi. Ankara SBF’de Kurulan ilk Ülkü Ocağı’nın yönetim kurulunda yer aldı. Üniversiteyi bitirince Maliye Bakanlığı’nda Gelirler Kontrolörlüğü ve Gelirler Genel Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Aynı zamanda çeşitli Yüksek Okullarda Öğretim Görevliliği yaptı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde lisansüstü master programını bitirdi. Bu arada biri makalelerini, ikisi de master sırasında yaptığı çeşitli ekonomik-mali araştırma ve incelemelerini kapsayan 3 kitabı yayınlandı. 1981 yılında 12 Eylül cuntasının belirlediği Danışma Meclisi’ne Çanakkale üyesi olarak katıldı. Bürokraside ve parlamentoda iken aynı zamanda Tercüman, Hergün, Ortadoğu, Ülkücü Kadro ve Yeni Düşünce gazetelerinde yazılar yazdı. Danışma Meclisi üyeliğinden sonra, başta MHP ve MSP’nin yasaklı siyasi liderleri Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan olmak üzere muhafazakâr kesimlerin teşvikiyle, daha sonra bugünkü MHP’ye dönüşen Muhafazakâr Parti’yi 1983 yılında kurdu ve kurucu genel başkanlığını üstlendi. Ancak, daha sonra hatıratında kendisine yer ayırarak “seçtiğimize çok pişman olduk”, bir başka seferinde de “maliyeci diye seçtik ilahiyatçı çıktı” diyerek büyük tepki gösteren, Meclisteki konuşmalarından dolayı da sürekli istifaya zorlayan Kenan Evren, siyasete girmesine de, yasal hakkı olduğu halde bürokrasideki görevine geri dönmesine de izin vermedi. Parti kuruculuğunu da, milletvekili adaylığını da veto edip seçimlere girmesini engellemesi sonucunda, o da siyasi parti çizgisinden tamamen uzaklaştı. Daha sonraki ilk yıllarda Alpaslan Türkeş’in, önce yasağı devam ederken tekrar partinin başına geçme ve 1987 yılında kendi yasağı kalkıp Genel Başkan olduğu kongrede ise Genel Başkan yardımcısı olma teklifini reddetti. Tevhidi bilince ulaştıktan sonraki yıllarda ise Necmettin Erbakan’ın defalarca ve ısrarla partilerine davet edip aday gösterme tekliflerini, İslami kimlik ve ilkeleri sebebiyle reddederek bir daha geri dönmedi. Kenan Evren ve cuntacıların kendisine bu kadar düşman olmalarının sebebi, Mecliste iken darbecileri ve Kemalistleri çok rahatsız eden İslami duyarlılıklar ve onlara itaat etmeyen çabalar göstermiş olmasıydı. Bu rahatsızlığa yol açan çıkış ve tavırlarının en önemlilerinden ikisini zikretmek gerekirse; birincisi, mecliste yapılan 1982 Anayasasında halkın özgürlüklerine kısıtlamalar getirildiği gerekçesiyle bu anayasanın meclisteki oylamasında, herkesin “evet” oyu vermek için yarıştığı bir süreçte “red” oyu kullanması oldu. “Red” oyu kullanmakla da kalmayıp, referanduma sunulan anayasanın aleyhinde konuşmanın yasak olduğu bu darbe sürecinde, “red gerekçesi”ni bir rapor halinde basında yayınladı. Üstelik, bir de bazı geleneksel İslami cemaatleri ziyaret ederek, Müslümanların bu anayasaya “red” oyu vermesi gerektiğini anlatmaya çalıştı. Kenan Evreni ve darbeci arkadaşlarını deliye döndüren çabalarından ikincisi ise; 1981 yılında cunta lideri Kenan Evren’in ve bir emekli Orgeneral olan darbe dönemi M. Eğitim Bakanının başlattıkları İmam Hatip Liselerindeki Başörtüsü yasağına karşı çıkıp TBMM’de yaptığı bir gündem dışı konuşmayla protesto etmesiydi. Üstelik laik mecliste yaptığı bu konuşmasında, Ahzab ve Nur Surelerinin tesettür ayetlerini hatırlatarak, “Başörtüsünün Allah’ın emri ve tıpkı namaz-oruç gibi farz olduğunu, bu sebeple zulüm olan bu yasağı protesto ettiğini ve M. Eğitim Bakanını da istifaya çağırdığını” ifade etmişti. İşte bu konuşma sırasında, kimi “milliyetçi” kesimler de dâhil bütün meclisin sıra kapaklarına vurarak “yuh” çekmesi üzerine, o güne kadar savunuculuğunu yaptığı “Türk-İslam sentezi” muhtevalı “Türk milliyetçiliği” fikriyatını sorgulamaya girişti. Çünkü o zaman da beş vakit namazını kılan ama aynı zamanda “Türk Milliyetçiliğini” ve “devlet”i savunan birisi olarak, o güne kadar “Türk milliyetçiliğini ve devleti” savunduğu bütün konuşmaları alkışlanıyordu. Ama ilk defa, inandığı fikri sentezin İslam alanına dair bir şeyler söyleyip İslam’ın şiarlarını savunduğu bir konuşmasından dolayı bu derece tepkiyle karşılaşıp dışlanması, ideolojik tercihlerini, halini ve fikrini sorgulamaya sevk etmişti. İşte bu şoktan sonra, hiç bir şeyle sentezi kabul etmeyen hakiki İslam’ın ne olduğu konusunda sorgulamaya ve araştırmaya yöneldi. Bu arayış sürecinde yaklaşık beş yıl kadar süren bir zamanı da tarikat ve tasavvuf alanında geçirdi. Kendi ifadesiyle ise, hayatının beş yılını da bu alanda “kaybetti”. İşte bu süreçte, “tarikat, tarikat, cemaat cemaat, şeyh şeyh” dolaşmaya, onlara sorular sorup İslam’ı öğrenmeye çalıştı. Bulunduğu dünyevi mevkii itibarıyla gittiği bütün bu tarikat ve geleneksel cemaatlerde baş tacı ediliyor, kendisine büyük itibar gösteriliyordu. Gittiği bu alanlarda, sentezci ideolojik yapısında bir değişime yol açacak, kendisine aradığı Hakikati sunacak tavizsiz bir Hak beyanıyla karşılaşmadığı gibi, tam tersine hak-batıl karışımından ibaret olan mevcut hali itibar görüyordu. Kendi ifadesiyle bu süreçte yaklaşık on civarında tarikatla temasa geçtiği, bazı “şeyh”ler ile çok yakın olduğu, birçok geleneksel cemaatin içine girip çıktığı halde aradığını oralarda da bulamadı ve Hakkı arayışını sürdürdü. Bu sorgulama ve arayış sürecinde, yanlışları bizzat görüp tespit ederek, neden yanlış olduklarını tahkik edip uzaklaşarak, tüm cahiliye kirlerinden arınma çabası için girerek, nihayet 1986 yılından sonra tevhidi bilince doğru bir yöneliş içine girdi. Ancak tam anlamıyla tevhidi bilince, 1987 yılından sonraki süreçte, “beni Kur’an’la o buluşturdu” dediği merhum şehidimiz Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” adlı kitabı vesilesiyle “hakkıyla Kur’an okuma”ya başlayınca ulaşabildi. İşte böyle bir süreç sonucunda İslam ile şereflenip dedelerinin yoluna döndü ve öz geçmişini sorgulayarak, kendisine yıllarını kaybettiren cahiliye kültür ve inancını reddettiğini ve Müslüman olduğunu açıkladı. Özellikle “bürokraside bulunuşu sırasında ulusal heyecana dayalı olarak bu rejime yaptığı katkılar, Türkçülük, milliyetçilik ve parlamento üyeliği gibi vasıfları başta olmak üzere tüm cahili kirliliklerden uzaklaşarak tevbe ettiğini” ilan etti. Bundan sonraki hayatında ise, İslam’ı öğrenmeye, yaşamaya ve daha önce batıl bir ideolojiyi tebliğ ettiği bu topluma şimdi de Allah’ın yardımıyla gücü yettiğince Hakkı anlatmaya çalışacağını ifade etti. Bir grup arkadaşıyla birlikte “Kur’an’ı hakkıyla okuma”ya yönelerek tevhidi akidesini oluşturdu. Başkaları geç kalmasınlar diye de, Vahyin belirleyiciliğinde Kur’an ve sünnete dayalı sahih İslam’ın mesajını yaymak üzere 1988 yılında İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı’nı (İLKAV) kurup kurucu genel başkanlığını üstlendi. İslami kimliği net olarak benimsedikten sonra bireysel olarak sürdürdüğü zalime karşı mazlumdan yana temel haklar mücadelesinin, kişilere bağımlılıktan kurtulup kurumsal bir mücadeleye dönüşmesi ve süreklilik kazanması için harekete geçti. Bu amaçla Mazlum-Der’in kuruluş çalışmalarını başlattı ve 1991 yılında kurulan bu derneğin kurucu genel başkanlığını yaptı. Yeni döneminde Zaman, Yeryüzü, Selam ve Haksöz başta olmak üzere değişik İslami yayın organlarında yazılar yazdı. Tevhidi bilince ulaştıktan sonra yazdığı birçok yazısı, yaptığı birçok konuşması, basın açıklaması ve eylemleri sebebiyle takibe uğradı. Bu yeni süreçte artık kaderi sürekli takip ve tehdit edilmek, sorgulanmak ve yargılanmak oldu. İlginç olan husus ise, bir “Türk milliyetçisi” olarak meclisteyken devleti komünizme karşı koruyacağı düşüncesiyle anayasaya girmesini bizzat teklif ettiği DGM’lerde, Müslüman olduktan sonra kendisinin de on yıllarca yargılanıp cezalandırılmasıydı. Hakkında yaklaşık altmışın üzerinde dava açıldı ve çeşitli davalarda toplamda on yılı aşan cezalar verildi. Bu sebeple 2005 yılına kadar yayınlanan kitaplarının neredeyse yarısını DGM’lerde yaptığı sistemi yargılayan ve Hakkı gündemleştiren mesaj dolu savunmalar oluşturdu. 1998 yılında Sivas’ta gerçekleşen bir TV canlı yayınında yaptığı ve Kur’an’ın mesajını anlatıp insanları Türk ve Kürt kavmiyetçiliğinden uzaklaşarak İslam şeriatına teslim olmaya çağırdığı, laikliği, Atatürkçülüğü, ulusalcılığı reddedip İslam şeriatını benimsediğini ifade ettiği konuşması sistemi çok rahatsız etti. “Kürt ve Türk ulusalcılıkları ile laiklik ve Kemalizm uğruna ölenlerin değil, sadece Allah yolunda, Allah’ın hükümlerinin hâkimiyeti ve İslam uğruna savaşırken ölenlerin şehid olduklarını” beyan ettiği bu TV konuşması sebebiyle de soruşturma açıldı. O sırada bir konferans için çıktığı yurt dışındayken, bu konuşması sebebiyle hakkında tutuklama kararı verildi ve yakalama emri çıkarılıp tüm sınır kapılarına bildirildi. Bu sebeple bir daha ülkeye dönemedi. Böylece yaklaşık iki buçuk yıl Almanya’da muhacir olarak kalmak zorunda bırakıldı. “Türk-İslam sentezi” içerikli devletçi seküler “milliyetçilik ideolojisinin” müntesibiyken, üst seviye bürokrat, Genel Müdür Yardımcısı, Parlamenter ve Parti Genel Başkanı olabilen Mehmet Pamak, Mecliste Allah’ın ayetlerini hatırlatarak İslami kimlik ve tesettürü savunduktan sonra, daha o zaman sistem tarafından dışlanmıştı. Tevhidi bilince ulaştıktan sonra ise, şirke, ifsada ve zulme karşı itiraz ve ıslah çalışmaları içine girmesi, bu konularda sürekli açıklama ve eylemler gerçekleştirmesi ve toplumu Kur’an’a davet eden yazılar yazması, konuşmalar yapması sebebiyle başına gelmedik kalmamıştı. Bütün bunlara rağmen, yine kendi ifadesiyle, “kendisinin Kur’an ile buluşmakta geç kaldığı gibi başkaları da geç kalmasın ve ölüm gelmeden bir önce vahiyle buluşsunlar diye, merhametle Kur’an’a ve Rasulün(s) güzel örnekliğine çağırısını, tevhidi davetini” ısrarla sürdürdü. Tevhidi kimliği tercih ettikten sonra yayınlanan kitapları şunlardır: Köşeli Yazılar, Denge Yayınları, 1994. İzzeti Yanlış Yerde Aramak, Selam Yayınları, 1995 Kürt Sorunu ve Müslümanlar, Selam Yayınları, 1995. İslami Şahsiyet ve Toplumsal Değişim, Buruc Yayınları, 1996. TCK 312/2 Suçlaması ve İslami Kimliği Savunma, Ekin Yayınları,1997. Kemalizm, Laiklik ve Şehidlik, Ekin Yayınları, 2004. Kulluk Eksenli Hayatta Ramazan ve Kur’an, İlkyay, 2004. İslami Açıdan Kürt Sorunu, İlkyay, 2005.