En Eski Tanrıların Vatanı Anadolu kitaplarını, en eski Tanrıların Vatanı Anadolu sözleri ve alıntılarını, en eski Tanrıların Vatanı Anadolu yazarlarını, en eski Tanrıların Vatanı Anadolu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bugün güneşin altında uzanan boz renkli köylerin durumu, üç binyıl önce zengin Asur'dan Anadolu'nun bağrına alışveriş için ilk Asurlu tüccarların sokulduğu zamandakinden pek farklı olmasa gerek. Bu köylerin evleri hâlâ kerpiçtendir. Kavurucu güneşte bel veren, arada bir görülen sağanaklarda parça parça eriyip giden kerpiç ...
Bu yüzden köyler acayiplikleri seven bir hayal gücü tarafından yaratılmışcasına çirkin görünümdedirler. Yirmi yıl bile ömrü olmaz kerpiç evlerin; yıkılıverirler, yıkıntısı üzerine torunlar yenilerini yaparlar.
Işte "arkeolojik tabakalar" da böyle oluşur.
Küçükasya(Anadolu), lspanya'dan, Almanya'dan, Amerika'dan, Kaliforniya'dan daha büyük değildir. Avustralya'daki Queensland eyaletinden biraz küçüktür.
Coğrafyası bakımından merkez noktası sayılan Kayseri'de, Amsterdam' daki gibi kış, Toulouse'deki gibi de yaz olur.
Toros boğazlarında bugün de yaban hayvanları dolaşır; kurt sürüleri koyun ağıllarına saldırır ve Afrika sürüngenleri, kayalarda güneşlenir.
Ve karanlık çökünce sırtlanlar katırtırnağı ormanlarında dolaşmaya, çakallar gece şarkılarını söylemeye başlar.
Hitit dili üzerine :
Latince, ölü bir dildir, fakat bugün pek çok kimse tarafından yazılabilir; iki binyıl önce Romalılar'ın zafer anıtları üstüne yazdıkları yazılar okunabilir; birçokları bunları sadece okumakla kalmazlar, aynı zamanda anlarlar da. Latince, bir ulusun dili olarak Roma İmparatorluğu'yla birlikte göçüp gitti, ama eğitim dili olarak yüzlerce yıl varlığını korudu, günümüze kadar geldi. Ölü bir dil olmasına karşılık onunla ilgili bilgiler asla kaybolmadı.
Böylesine ideal bir durum, eski Doğu dillerinin ve yazılarının çoğunda görülmüyor.
Geçen yüzyılın arkeologları toprağın altından sayısız yazılı belge çıkardılar; taş yazıtlar, kil tabletler, mühürler, tahtadan kitaplar ve papirüsler.
Bu belgelerin kimisinde bilinen bir yazı vardı, fakat kullanılan dil bilinmiyordu.
Kimisinde ise hangi dilde yazıldığı biliniyordu, buna karşılık kullanılan yazı sistemi bilinmiyordu.
Bir de öyleleri vardır ki ; bilinmeyen dilde, bilinmeyen bir yazı sistemiyle yazılmışlardı.
Bu yetmiyormuş gibi başka bir zorluk daha yüklenmişlerdi, hiç bilinmeyen bir ulusun yazılı belgeleriydiler.
lşte William Wright "Hama Taşları"nı duvardan söktüğü an böylesine üç başlı bir muamma karşısında kalmıştı. Taşlarda şimdiye kadar hiç görülmemiş bir yazı sistemi vardı, bilinmeyen bir dil kullanılmış ve bilinmeyen bir ulus tarafından yazılmıştı.
Hititolog Albrecht Götze'nin dediği gibi, "Avrupalı ulusların kültür dünyasında görünmeleri Hititler'le başlar; bu da onların ilginçliğini daha da artırmaktadır."
Vadar, water, Wasser! Üç binyıl ötelerden bir Hititli'nin susuzluk feryadı bu . . . ve bu feryat çagımızda Almanya'nın Kuzey Denizi kıyılarında oturan bir Frieslandlı tarafından ya da Amerika'nın dogu kıyısında yaşayan bir Pennsylvanialı tarafından anlaşılabiliyor; insanı ürperten bir olay! . . .
Despotlar övgü şarkılarını kendileri yazmazlar, yazanlar her zaman bulunur. Hitler iktidarının doruğunda bulunurken, uzağı görenler için sonu artık belli olmuştu, ama yüzbinlerce insan - kimse kendilerini zorlamadığı halde -bütün içtenlikleriyle onun için "tarihin en büyük kumandanı", "Tanrı'nın yolladığı ulu önder" diye övgü şarkıları söylemişlerdir. Hitler'in "nasyonal sosyalist gerçeği" emretmesine ihtiyacı yoktu, bu gerçek emirsiz de dillerden düşmüyordu.
Asi ırmağı kıyısında yapılan bu savaşın kitabımız için ayrıca bir çekiciliği vardır. Bir defa kesinlikle varyapımını sağlayabildiğimiz tarihin ilk savaşıdır.
Üstelik bilinen bu savaşı bilinen ilk barış antlaşması izlemiştir. Bu antlaşma politik açıdan İsa'dan sonra 20. yüzyılda ulusların ortaya koyduğu birçok barış antlaşmasından daha üstün niteliklere sahiptir.
Toplum düzeni bir hukuk sistemiyle güvence altına alınmıştır. Bu hukuk bilinen bütün Doğu yasalarıyla karşılaştırıldığında, insana ·değer verme özelliğiyle belirgin bir ayrılık göstermektedir. Bu hukukta göze göz kısas ilkesi yoktur; o çağlarda bütün dünyada görülen misilieme adaletine zıt olarak burada telafi etme - giderme adaleti vardır.
Hitit Devleti'nin şimdiye kadar belirttiğimiz bu özellikleri, onu M.Ö. 2.
binyılın öteki Doğu devletlerinden açıkça ayırıyor; bu ayrılık - görece değil de Avrupa ölçüsüne göre yargılasak dahi, yine de - olumlu niteliktedir.
Hitit Devleti tek bir din etrafında manevi bir bütünlük kurmamıştır. "Hititler'in bin tanrısı vardı". Birçok din yan yana yaşamış, sayısız ulusal ve yerel kültür birbirine karışmıştır. Hititler'in din konusunda temel ilkeleri "hoşgörü"ydü.
Bu yüzden Indo-German kökenli Hititlerin tarih sahnesine çıkıp İsa'nın doğumundan 20 yüzyıl önce bu topraklarda yaptıkları işlerde, İsa'nın doğumundan 20 yüzyıl sonrasının insanları bizler için de ibret alınacak çok şey bulunmaktadır.
Kerpiç köylerden birine varırsınız, ilkin bir mezarlık gibi görünür, titrek ışık oyunlarıyla yakıcı sıcağın altında evlerin kapıları ölü gözleri gibi bakar. Sonra adamlar çıkar ortaya, kadın göremezsiniz; birkaç meraklı çocuk bir el işaretiyle kovalanır. Ve adamlar ağır adımlarla yanınıza ge lir, çizgileri oynmayan yüzlerinde meraklanmanın en küçük belirtisini bile göremezsiniz. Yabancının çevresinde halka olurlar, sonra da hiç konuşmadan ona bakarlar. Derken bir bardak çay yabancıya uzatılır, yabancı da susan yüzlerin çemberini gözden geçirip sıkıntıyla gülümser.