Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam'a Fenomenolojik Bir Yaklaşım

Tanrı’nın Ayetlerinin Çözümlenmesi

Annemarie Schimmel

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Koyu mavi, zühdün, matemin rengidir. Kırmızı, yaşam, sağlık ve kanla ilgili bir renktir; kırmızı, bereketi pekiştirdiği gözüken gelinin örtüsünün rengidir; ayrıca kırmızı, sancak rengi olarak da kullanılmıştır. Kırmızı şarap, ateş (ateşin müspet tezahürlerinde) ve kırmızı gül: bütün bunlar ilâhi ihcişama işaret ederler. Nitekim rivayete göre, ilâhi ihtişamın örtüsünün / rıda-i kibriya rengi, kan kırmızıdır. Sarı, zayıf-sarı kamış, ateşi ve kanı-canı gitmiş solgun aşık örneklerinde olduğu gibi, hastalığa işaret eder; bal rengi tonundaki sarı, Ortaçağlarda Yahudilerin kıyafetlerinde kullanılırdı. l37
Dağların görünümü, daima insanların kalplerine ilhamlar vermiştir ve dünyanın dört bir yanında dağlar, genellikle, Tanrıların mekânları kabul edilmişlerdir. Şüphesiz ki bu, İslam'ın asla kabul edemeyeceği bir düşünceydi; bundan daha ilginci ise, Kur'an'ın belirttiği şu husustur: Dağlar, yeryüzünü sabit tutmak için bulundukları noktalara yerleştirilmiş olsalar da, “bulutlar gibi" (Sure, 27/88) hareket ederler ve kıyamet gününün dehşeti esnasında da "akılmış pamuk” (Sure, 30/9) gibi olacaklardır. Üstelik Sina Dağı, Rabbin azametinin tecellisiyle paramparça olmuştur (Sure, 143). Mevlânâ'ya göre bu olay, dağın vecd içinde Sema etmesi” anlamına gelmektedir (M, 1, 876). Bu nedenle dağlar, Allah'ın her yerde hazır ve nazır olduğunun işaretlerinden başka bir şey değillerdir; diğer bütün yaratıklar gibi onlar da Allah'ın önünde secde ederler (Sure, 22/18). Gerçi, bir insanın bazı dağlarda salt dünyevi tecrübeden daha fazlasını bulabileceği fikri, İslami gelenekte de pekâlâ kabul edilir. Bu bağlamda, bir hadise göre dünyadaki ilk dağ olup sonradan velilerin buluşma yeri hâline gelen Mekke yakınındaki Ebu Kubeys Dağı ya da Ortaçağ'da mücahit bir velinin türbesinin bulunduğu Ankara yakınındaki Hüseyin Gazi dağı vb. yerleri zikretmek yeterlidir.
Reklam
Düşünürler ve sufiler, bütün evreni bir ağaç şeklinde tasavvur etmişler ve İbnü'İ-Arabi'nin yaptığı gibi “Şeceretül-kevn/oluş ağacı'den söz etmişlerdir. Bu ağaçta insan, en değerli meyve olarak en son ortaya çıkar. Öte yandan, Bayezid Bestami, tasavvufi bir müşahedesinde “tevhit ağacını” görmüştür, aşağı yukarı aynı dönemlerde Ebu Hüseyin en-Nuri ise, “marifet ağacı'yla karşılaşmıştır.41 “Fütüvvet / yiğitlik erdemi” ağacıyla ilgili geniş bir değerlendirme, sonraki fütüvvet teşkilatlarında oluştuğu tarzıyla, 15. asra ait bir Türkçe eserde verilmiştir ”; altında ideal genç kahramanın yaşadığı bu ağacın gövdesi, “iyilik yapmak”tır; ağacın dalları, dürüstlük; yaprakları ise edebe riayet ve nefsine hâkim olmak; kökleri, kelime-i şehadet cümlesi; meyveleri, marifet ve velilerle beraber olmaktır; ve de bu ağaç, Allah'ın rahmetiyle sulanır.
Ümmetine hayat bahşeden bir mesajla gönderilen kimse, bereketli bir yağmurla mukayese edilemez mi? Bu fikir, özellikle Doğu İslam dünyasında (Hz.) Peygamber hakkında yazılan çok güzel kasidelere ilham vermiştir. Sindli Şeyh Abdullah Latif (öl. 1752), “Sur Sarang” isimli kasidesini (Hz.| Peygamber'e ithaf etmiştir. Şeyh Abdullah, kasidesinde yağmuru bekleyen kavrulmuş toprakla, İstanbul'dan Delhi'ye, hatta daha ötelere kadar uzanan bir yağmur bulutu olarak tezahür eden sevgili peygamberin kendilerine ulaşması ümidini ustalıkla birleştirmiştir.
Şahin, farklı bir “can kuşu'dur. Şahinciliğin geçmişte ve günümüzde en zevkli eğlencelerden birisi olduğu bir medeniyette, şahin sembolizminin kullanımı gayet tabiidir. Kurnaz yaşlı bir kadın, yani dişi dünya tarafından yakalanan şahin, sonunda gerçek evine dönmek için uçmaktadır; veya daha zorlamalı olarak, haşin vahşiliği titizlikle terbiye edilişinin tezahürü ve kötülüğü terbiyeyle giderilmiş bir avcı kuşu, saliğin üstlenmek zorunda olduğu eğitim için bir model olabilir. Bu nedenle sufiler, mürşidin şefkat elinin altına giren itaatkâr kuş ile Kur'an'ın “Rabbine hoşnut olarak dön” (Sure, 89/27-8) ayetini birleştirmekten mutluluk duymuşlardır; çünkü can kuşu, nefs-i emmarenin nefs-i mutmainneye dönüşmesi işini üstlenmiştir. Öte yandan, güçlü ve vahşi bir kuş olarak şahin, sevginin karşı konulamaz gücünün veya bir güvercini sürükleyen kartal gibi insan kalbine egemen olan Tanrı'nın tecellisinin sembolü olarak kullanılabilir.
Her şeyi kuşatan ve her şeye nüfuz eden ışığın en belirgin tezahürü güneştir; fakat güneş de diğer semavi cisimler gibi, afilin (Yok olucu)” (Sure, 6/76) şeyler sınıfına girmektedir; bunlar, İbrahim'in insanın bu geçici varlıklara değil de hepsinin yaratıcısına ibadet etmesi gerektiğini öğreninceye kadar ilk olarak yöneldiği varlıklardır. Nitekim Fussilet süresi 37. ayet, insanları güneşe veya aya değil, sadece güneş ve ayın kendisinin birer ayeti olduğu Tanrı'nın önünde secde etmeleri için ikaz eder. İslam kesin bir şekilde güneşe ibadet etmekle ilişkili önceki dinleri ortadan kaldırmıştır; günlük namazların düzenlenmesine büyük önem verilmiş, güneşe ibadet etmekle herhangi bir ilişkisinin kalmaması için sabah namazının vakti, güneş doğmadan önce, akşam namazının vakti ise güneş battıktan sonra olarak belirlenmiştir (gerçekten de namazların zamanlaması, mükemmel bir şekilde kozmik ritimle uyumludur). Güneş takvimini terk edip onun yerine ay takviminin getirilmesi, bu yeni yönelimi vurgulamaktadır. Bununla birlikte,
Reklam
Şairler, sevgililerinin güzelce kabartılmış kaşlarını mihraba benzetmekten zevk almışlardır; zaten ilk insan (Hz.) Âdem, huzurunda meleklerin secde ettiği ve ilâhi güzelliğe giden yolun kendisinden geçtiği bir kıble değil midir? Bu nedenle, şu mısraın Farsçada ve Fars şiir sanatında yaygınlaşması şaşırtıcı değildir: * Mi gıbla râst kardim bi-simt-i kaj-kulahi Biz, kıblemizi eğri külahlının yönüne doğrulttuk.
Sayfa 102Kitabı okudu
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.