Allah sevgisi ne kuru laftan öteye geçmeyen bir iddia, ne de vicdani bir aşkla gerçekleşmez. Bu sevgi Allah ve Rasulüne tabi olmak, onun gösterdiği yolda yürümek, O'nun hayat tarzını gerçekleştirmekle olur. İman da şüphesiz ki ağızlarda gevelenen boş laflar, coşan duygular, dikilmiş alametler, sembolik ibadetler değildir. İman ancak Allah ve Rasulüne itaat, peygamberin getirdiği Allah'ın emir ve yasaklarına uymak ona göre hayatı belirleyip yaşamaktır.
İmam İbn-i Kesir Al-i İmran suresi otuz birinci ayetin tefsirinde diyor ki;
"Bu ayet, Allah'a karşı sevgisinin olduğunu iddia eden, fakat Resulullah'ın göstermiş olduğu yolda hareket etmeyen herkesin, davasında samimi olmayıp yalancı olduğunu gösterir. Ta ki onlar Resulullah'ın şeriatına ve onun getirdiği prensiplere tabi olup, Resulullah'ın şu hadisi şerifini kendilerine örnek kabul edene kadar.
"Kim bizim emrimize uymayan bir iş yaparsa o, merduddur."
Şüphesiz insanlık, varlık alemindeki güçleri hizmetine sokmak için girdiği mücadeleden büyük başarılar kazanmış, sanayii ve tıp alanında geçmişe göre olağanüstü sayılacak aşamaları gerçekleştirmiş ve bu gidişle de birçok mesafe elde edebileceği kesindir. Ancak, bütün bunlar onun hayatına nasıl bir etkide bulundular? Ruhsal hayatı üzerindeki etkisi ne oldu? Acaba mutluluğu bulabildi mi?... İnsanoğlu tatmin olabildi mi?.. Barış sağlandı mı?.. Bütün bunlara verilecek cevap: Kesinlikle hayırdır.
Allah'ın kanunlarına ve emirlerine itaat etmek, Rasulullah'a tabiiyet ve ahkamı Kur'an'a teslimiyet.
İşte bu dinin en belirgin özellikleri ve bu özellikler olmadan asla gerçekleşmeyecek bir din…