Ceres'in rahibinin olmasını istediği gibi iyi
ve gizemli meşaleyi taşımaya değer bulunan hangi iyi insan,
insanların kederlerinin kendisini ilgilendirmediğini
düşünebilir ki?
Bu duygudaşlıktır bizi dilsizler sürüsünden ayıran,
saygın bir ruhumuzun olmasının nedeni sadece budur,
tanrısal yetkelere sahip olmamız da bundandır,
bundandır türlü sanat öğrenmeye ve bunları işlemeye
yatkınlığımız,
gözleriyle toprakta sürünen hayvanların yoksun olduğu,
göğün kalesinden yollanan bu duyguyu sadece biz çekip aldık.
Doğanın gözyaşı verdiğinde,
ve yumuşacık kalpler bahşettiğine inanılır insan soyuna;
merhamet bizim en iyi duygumuzdur.
Demek ki doğa bizden,
kendini mahkemede savunan bir arkadaşımıza acımamızı bekler
ve onun zavallı görünüşüne,
vesayetine girdiği adam tarafından mahkemeye getirilen,
kız çocuklarına benzer buklelerinden ve yanaklarından
dökülen gözyaşlarından
kız mı oğlan mı olduğu anlaşılmaz bir yetime de.
Doğanın buyruğuyla feryat figan ederiz,
genç bir kızın cenazesiyle karşılaştığımızda
ya da cenaze ateşi yakılamayacak kadar küçük bir bebeciği örttüğünde toprak.
Homeros yaşarken bile insan soyu bir çöküş yaşıyordu;
şimdiyse yeryüzü sadece kötü ve değersiz insan üretiyor;
bu yüzden hangi tanrı bunlara baksa güler ve nefret eder.
Ama bana biri, ne kadar bir servetin yeterli olacağını
soracak olsa, derim ki:
Susamamı, acıkmamı ve üşütmemi engelleyecek kadar,
ey Epicurus, küçük bahçende sana yettiği kadar;
ya da eski günlerde Socrates'in evinde bulunan kadar;
doğa başka felsefe başka konuşmaz asla.
Bu katı örnekleri vererek seni sınırlıyor muyum yoksa?
Öyleyse âdetlerimizden birini al karıştır,
Otho'nun yasasının on dördüncü sırasına yaraşacak
bir servet yap.
Bu da senin kaşlarını çatar, dudağını sarkıtırsa,
iki atlı edin, üç yüzü dört yüz yap,
dolmamışsa hâlâ kucağın, daha fazla açılıyorsa hatta,
o zaman sana ne Croesus'un ne de Pers krallarının serveti
yeter,
ne de Narcissus'un zenginliği. O Narcissus ki, Claudius Caesar ona her şeyini bağışladı, o da uydu onun buyruğuna, karısını öldürmesini buyurunca.
Çıplak Kynik filozofun şarap fıçıları yanmaz oysa;
parçalanacak olsa, yarın kendine başka bir ev yapar
ya da eskisini kurşun kenetlerle onarır.
İskender anlamıştı o fıçının yüce sakinini gördüğünde
hiçbir şey arzulamayan insanın ne kadar mutlu olduğunu
kazandığı başarılar kadar büyük tehlikelere katlanacak da olsa,
tüm dünyayı kendisi için arzulayan kişiden.
Hiçbir tanrısallığın yok senin, ey Kader, sağduyu denen bir
şeyimiz varsa,
seni biz, biz tanrıça yapıyoruz!
Felsefe gerçekten büyük,
gel gelelim, yaşamın sıkıntılarına katlanmayı, yaşamı kendisine
önder alıp,
boyunduruk altına girmemeyi öğretenleri de mutlu sayarım.
İnsan haddini bilmeli, mesele küçük de olsa,
büyük de ölçüsünün ne olduğunu hiç aklından çıkarmamalı,
öyle ki balık satın alırken bile,
çantasında sadece bir yemlik için parası varken,
gönlünden müren balığı geçirmemeli.
Çünkü kursağın genişlerken, sıfırı tüketirsen,
sonun ne olur hiç düşündün mü, babadan kalan servetini ve
mallarını,
paraları, saf gümüşten bir tabağı, sürüleri,
ve tarlaları yutacak kadar geniş bir mideye gömdüğünde?
Her şey bitip tükendikten sonra bu tür beyefendilerden kalan en son şey,
tek bir yüzük olur, onu da parmağından çıkarır Pollio ve
dilenmeye başlar.
Ne vakitsiz gelen bir ölüm,
ne de feci bir son korkunçtur, doymazlık kadar;
ölümden daha çok yaşlılıktan korkmalı.