Hikâye anlatıcılığı, doğası gereği sosyal bir girişimdir; zihinsel bir ortaklığı paylaşan, gerçekliği askıya alma ve sanal bir uzay-zamana dalma konusunda hemfikir olan bir insan grubunun varlığını zorunlu kılar.
Insan vücudu fiziksel zorlanma ya da açlık nedeniyle stres altındayken kan akışının önceliği kaslar değil, beyindir. Demek ki evrim sürecimizin bir noktasında hızlı düşünme, hızlı hareket etmekten daha önemli hale geldi.
ilk modern insan aileleri yaklaşık 80.000 yıl önce afrika'dan çıktığında, neandertaller sibirya'dan ispanya'nın güneyine dek yayılmıştı. nerede olursa olsunkarşılaştığımız diğer insanlarla üreyip melezleştiğimiz için bugün genlerimizde onların hayaletlerini buluyoruz. günümüzde -ben dahil- avrupalı atalardan gelen herkesin genetik yapısında bir ölçüde neandertal dns'sı var ve neandertal genomu, muhtemelen avrupa'da hayatta kalmamızı sağlamış olduğundan, avrupa nüfusunun neredeyse yüzde 20'sinde aktarılmaya devam ediyor.
İnsanların dünya görüşünü hala gerçeklerden çok, kabile kültürü etkiliyor. Neredeyse bütün dünyanın bilimsel açıdan hemfikir olduğu, insan kaynaklı iklim değişikliğini ele alalım.
Bu gerçek Amerikalıları bölüyor bölmesine ama hiç beklemediğimiz bir şekilde: Demokratlar ve Cumhuriyetçiler ne kadar eğitimliyse iklim değişikliği konusundaki inançları o kadar ayrışıyor. Sadece lise eğitimi görmüş Cumhuriyetçilerin yaklaşık yüzde 25'i iklim değişikliği konusunda çok endişeli olduğunu bildirirken, üniversite mezunu Cumhuriyetçilerde bu oran yalnızca yüzde 8'dir. Daha iyi eğitim görmüş Cumhuriyetçilerin bilimsel uzlaşıdan haberdar olma ihtimali daha fazla olduğuna göre bu oranlar mantığa aykırı gelebilir. Fakat kamuoyu açısından baktığımızda iklim değişikliği bilimsel değil, politik bir meseledir. İklim değişikliği bilimi görece yeni ve teknik açıdan karmaşıktır ve birçok Amerikalı, kabile liderlerinin, yani siyasi elitlerin görüşlerini benimser. Cumhuriyetçi siyasi elitlerse bilimsel kafalı değildir. Daha iyi eğitimli Cumhuriyetçiler iklim değişikliğiyle ilgili bilimsel verilerin yanı sıra, bu konudaki partizan mesajlara da daha fazla maruz kalırlar ve araştırmalar ikincisinin daha önemli olduğunu gösteriyor.
Tarımın tipi de başka toplumsal normları etkiler. Örneğin Çin'de yapılmış bir çalışmaya göre, yağmur suyuna dayalı tarım yapan buğday yetiştiricilerine nispeten daha fazla işbirliği yapması gereken ve çok sayıda çiftliği kapsayan karmaşık sulama sistemleri kullanan pirinç üreticileri daha kolektif düşünme eğilimindedir. Buğday