Sistem içine içine devamlı çöküyor. yeryüzünde gördüğümüz her şeyin temelinde bir enkaz . Tüm medeniyetler kendilerinden önce yıkılmış başka medeniyetlerin üzerinde kurulu. Geçmişin kaderi gelecekte mütemadiyen tekrarlanıyor.
"Biz ve Otekiler Ideolojisi"nin kurucu yapısı çoğunlukla aynıdır. "Biz"ler ve "Öteki"ler bir hiyerarşi mekanizması içinde yerini alır. "Biz"in öznesi ya da "Öteki"nin öznesi değişebilir ama aradaki ilişki, bu ilişkiyi kuran temel paradigma değişmez. Diyelim ki ezilen ve ezen ilişkisinde ezenin ya da ezilenin özneleri değişebilir, ama ilişki biçimi değişmiş midir?
Bir zamanlar "Bir iki üçler, yaşasın Türkler" diye başlayan bir "mektep şiiri" vardı. Her ulus bir hayvanla temsil ediliyordu. Dünyanın yönetimi bir orman yasasına bağlanmış gibiydi. Uluslar bu hiyerarşik basamakta yerlerini alıyor, bunların başına da "Ormanlar Kralı" aslan yani Türkler getiriliyordu. Bu zararsız mektep şiirinin nasıl bir faşist dünya görüşünden kaynaklandığını anlamak için o çocukların büyümesini beklemek gerekti. "Biz"in kutsanmasının son momenti faşizmdir çünkü. Bu kaçınılmazdır. Nitekim bu zararsiz siiri, uluslaşma konusunda geç kalmış bir tavır, bir tavır alış verişi değildi yalnızca.
Marx da, Lenin de yaşadıkları çağın ideolojileri ile ilişki içindeydiler. En başta bunu unutmamak gerekiyor. Onların teorisyen kişiliği ile büyük ölçüde toplumsal koşulların belirlediği kişisel dünyaları arasındaki farklılıklar ideolojiler düzeyinde algılanabilir bir şeydir.
Marx'ın ya da Lenin'in sözlerini Marksizm bağlamında değerlendiremediğimiz sürece bu soy çelişkilerin üstesinden gelemeyiz. Bu teori ile ideoloji arasındaki ilişkinin incelenmeye değer bir sorunsalıdır. Marx, Marksizme rağmen bu sözleri edebiliyorsa, sorun o çağın ideolojilerini, toplumsal ilişkilerini anlamaktan geçer. (Bu aynı zamanda Marx'ı ve yaşadığı zamanı anlamaktır...)
Tarihsel süreç içinde kimi hareketler artık geri veremeyeceği bazı hakları koparıp almıştır tarihin elinden. Bazılarını da almanın mücadelesini vermeyi sürdürmektedir. Bugün aynı ideolojinin kendi içindeki seçimlerini ya da elemelerini yönlendiren olgu budur. (Hem unutmayalım: Marx'ın yaşadığı çağın ideolojilerinin büyük bir kısmı aşıldığı halde Lenin çağının ideolojileri yürürlükte...)
Zaman ve mekâna içkin kavramların kullanımı, salt bizim öznelliğimizle ya da içinde yaşadığımız ideolojilerin hâkimiyetiyle belirlenecek bir şey değil, tarihsel süreci doğru çözümleyip değerlendirmekle aşılacak bir şey. Marx'ın her dediğiyle değil, Marksizmin yöntemiyle... İşte ancak o zaman kendi içimizde bu soy tutarsızlıklara düşmeyiz.
Murathan Mungan - Şubat 1979
Kendi seçkinliğini, başkalarını da seçkin bireyler haline getirerek gerçekleştiren kişidir. Bir seçkinin kendi seçkinliğini her türlü yolla başkalarına kabul ettirmek ve böylece seçkin bireyler ve sıradan adamlar gibi bir yapı oluşturmak istemesini tamamen olumsuzlayan bir sürecin içindedir.
Mülkiyet kurumunun doğurduğu eşitsizliği, yönetim ve bilgi eşitsizliği ile birlikte yaşatan eski toplumun bu hiyerarşik yapısını kırma yolundaki duraksız mücadelenin hem bir öğesi, hem de bir ürünüdür. Görece seçkinliğini olanca gücüyle ve tüm toplumu yükselterek sona erdirmek isteyen öncüdür. (Ömer Laçiner, ""Ne Yapmalı Üzerine Düşünceler - II", Birikim, sayı 15, s. 47, 1976)
Yukarıdaki alıntı, aynı zamanda, münevverlerle aydınların arasındaki farkı da tanımlıyor. Fakat asıl unutulmaması gereken odur ki: Gün gelecek, münevverler çağı kapandığı gibi, aydınlar çağı da kapanacaktır.
Murathan Mungan - 1978-1979
Ahmed Arif'in Cigarası Niye Karanfil Kokar?
"Dağlarına bahar gelmiş memleketimin"(1)
dizesinde saklıdır bunun yanıtı...
Büyük olasılıkla cigarası hapishane yakınlarındaki eline çabuk bir büfeden alınmamıştır.
Memleketinden hasretle gönderilmiş olup halis kaçak tütünden yapılmıştır.
İnce parmakların, sevginin özeni ve emeğiyle
Çeşitli kanallarda düzenlenen sözde halkın aydınlanıp bilgilenmesini amaçlayan açıkoturum, tartışma programları çoktan birer "fikir müsameresi" oldu.
Fikrin olmadığı, ama fikrin ekrandaki taşıyıcı figürlerin kişisel arızalarıyla seyirlik hale getirildiği programlar, tartışmanın yerine atışmanın, sataşmanın, kavganın geçtiği saldırganlık showlarına dönüştü.
Aynı zaman diliminde farklı tarihsel dönemlerin, eğrilerin post- modern anlamdaki yan yanalığını, bir aradalığını doğru konumlandırıp anlamlandırmak için, gene de kültürel sürekliliğin, toplumsal birikimin tarihsel bir perspektifte, olgular arasında diyalektik ilintilendirmelerle okunması gerektiğini düşünüyorum. Bu tutum bana, hem içinde yaşadığınız çağın kaçınılmaz yan yanalığı, bir aradalığını bir sorumsuzluk, şuursuzluk hali olmaktan çıkaracak, hem de evrilme, ilerleme, tutarlılık, bütünlük kavramlarıyla ilişkimizi büsbütün koparmaktan alıkoyacak bir yaklaşım olarak görünüyor.
Benim gündelik dilin çoktan aşındırdığı "gösteri" ile "müsamere" gibi sıradan görünen iki sözcük arasındaki ayrım hakkında bunca söz alma ihtiyacım da bununla ilgili olmalı.
-Ağustos 2008
“Taş taş üstüne koyar gibi örüyorum beni bugünlere getiren yolu; yazıdan ördüğüm, sonra ardına çekildiğim duvarı.. Tuğla, ateşin imtihanından geçer ilkin.”
Sistem içine içine devamlı çöküyor. yeryüzünde gördüğümüz her şeyin temelinde bir enkaz . Tüm medeniyetler kendilerinden önce yıkılmış başka medeniyetlerin üzerinde kurulu. Geçmişin kaderi gelecekte mütemadiyen tekrarlanıyor.