Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Raskolnikov

Raskolnikov
@Serpmekahvalti
Gönül yorgunluğu ne, biliyor musun ? Ölümün, yaşarken hüküm sürmesi insanda. Şükrü Erbaş/otların uğultusu altında
Demokrasi dışı rejimlerdeki iktidar sahiplerinin hepsi, iktidara tutunmaya çalışırken siyasi rakiplerini katledecek, protes-to gösterilerini engelleyecek veya muhalif grupları doğrudan yasaklayacak değildir. Demokrasi dışı rejimlerin bazıları kendilerini neredeyse demokratik bir rejimmiş gibi gösterecek incelikli yöntemler kullanır ve seçim kaybetmemeyi sağlama alır; ancak bazıları çok daha acımasız yöntemler kullanır. Bu kitapta göreceğimiz üzere, uluslararası ilişkilerin seyri, maddi kaynakların ulaşılabilirliği, muhalif grupların örgütlenme seviye- si ve hatta iktidar sahibinin vicdanı bile demokrasi dışı rejimlerin alacağı kendine özgü şekli ortaya çıkarmada önem taşır. Yi- ne de, kendi aralarında nasıl farklılıklar gösterirlerse göstersinler, demokrasi dışı siyasi sistemlerin tamamında iktidar sahip- leri ve yönetimdeki elitler, kontrolü ele geçirmelerini veya hatta devlet politikasının yönünü etkilemelerini bile engellemek için diğer grupları sistematik bir biçimde (ve bazen çok ağır) maliyetlere katlanmak zorunda bırakır. Xavier Márguez Demokrasi dışı siyaset, s.17, iletişim yayınları, çeviri:Ismail Çekem,  2.baski 2020
Sayfa 17 - Iletişim yayınlarıKitabı okuyor
Reklam
288 syf.
·
Puan vermedi
·
99 günde okudu
Stüdyo Kayıtları
Stüdyo KayıtlarıMurathan Mungan
8.7/10 · 45 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Raskolnikov
Bir kitabı okumaya başladı
Demokrasi Dışı Siyaset
Demokrasi Dışı SiyasetXavier Marquez
8.6/10 · 6 okunma
Zaman karşısında diri kalmanın yolu, kendini yeniden adlandırmaktan, konumlamaktan, tazeleyerek var etmekten, kısacası yeniden gerçekleştirmekten geçiyor. Kimi zaman bir başkasının macerası, o maceranın sahibine hiç benzemeyen başka insanların hayatlarını anlamlandırır. Kendini keşfetmek, yeniden üretmek, gözden geçirmek, yenilemek için gösterdiğimiz cesaret, tanıdığımız ya da tanımadığımız birçok insan için yaşama umudu ve kaynağı olur. -Kasım 2002
Sayfa 71 - Metis yayınları, Ocak-2011Kitabı okudu
Reklam
Günlük yazarlığının "roman" ya da "oyun" yazarlığı gibi, "bir yazın türü" olduğu gözetilerek, o "disipline" uygun bir mantık ve ciddiyet taşıması gerektiğini düşünürüm. Günlük yazmayı, yazar- ların can sıkıntısı karalamaları olarak değerlendirmem elbet, ya da onların "dolu zamanlarını" ciddi yapıtlarına, "boş zamanlarını" günlüklerine ayırdıklarını düşünmem. André Gide ve Anais Nin'in günlüklerinin, "günlük'ün bir yazın türü olarak kabul görmesindeki paylarını anarım. Witold Gombrowicz'in, Tennessee Williams'ın günlüklerini hayırsever birilerinin çevirtip Türkçede yayımlamasını beklerim. Üniversite yıllarımda Muzaffer Buyrukçu'nun Soyut dergisinde günlükleri yayımlanırdı. Istanbul'da edebiyat ve sanat dünyasının bir dönemine azıcık magazinel bir dille yaklaşan tutanaktı onlar. Zamanın aldırışsızlığına karşın yazının direnciyle geçen zamanı sabitlemek isteyenlerin çabasına özel bir ilgim vardır. Georges Perec'in her gün oturduğu kahvenin önünden geçenlerin yaptıklarını anlatmaya ayırdığı zamanı, takıntılı çabasını bu yüzden hayranlıkla anarım. Salah Birsel, deneme türünün olduğu kadar günlük türünün de okur katında ciddiye alınması için emek harcamış yazarlardandır. Hayırla yad ederim. Ataç'ın, Oktay Akbal'ın günlüklerini de unutmamak gerekir. -Kasım 2002
Sayfa 63 - Günlük yazarlığının "roman" ya da "oyun" yazarlığı gibi, "bir yazın türü" olduğu gözetilerek, o "disipline" uygun bir mantık ve ciddiyet taşıması gerektiğini düşünürüm. Günlük yazmayı, yazar- ların can sıkıntısı karKitabı okudu
...Bunun üzerine hiç olmazsa dosyayı ona göstermeye karar verdim. Salondaki divanda yatıyordu. İçeri odama geçtim; sesimi, yüreğimi, yüzümü toplayarak kalın bir dosya halinde uykuya yattığı çekmeceden çıkarıp kucağıma koydum kitabı, bir süre sandalyenin üzerinde oturup bekledim; dosyayı ona gösterirken ne diyeceğimi bilemiyordum. Çok özenle seçilmesi gerekiyordu sözcüklerin. Öleceğinin bilgisiyle davranıyor, ama bunu ima etmek istemiyordum. Zor bir durumdu. Kucağıma aldığım dosyayla, yeniden salona çıktım, birdenbire kitabıma ait derin bir güvensizlik duygusunun içimi kapladığını anımsıyorum. Ansızın kucağımdaki dosya hayat kadar ağır gelmeye başladı bana. Sanki başaramamıştım. Sanki olmamıştı. Yenilmiştim. Beni neyin yendiğini bilmiyordum ama, yenilmiştim. Hiç unutmam: Sırtında kenarları yenmiş bir DMO etiketi olan kalın siyah bir dosyaydı. Etikete, siyah keçeli kalemle "Cenk Hikâyeleri" yazılmıştı. Yazının mürekkebi şimdiden solmaya yüz tutmuştu. Dosyayı usulca kucağına bıraktım. Bu kitabımı sana adadım baba, dedim. Ne zaman yayınlanır, bilmiyorum. Babam öleli on sekiz yıl oldu. Kitabımın yayımlandığını göremeden öldü. Kitaplarım baskı üstüne baskı yapıyor şimdi. Ama kucağında kalın siyah bir dosyayla, çöktüğü sandalyede oturup kalan o çocuğun kırgınlığı benim için hâlâ fazla tanıdık... Ağustos- 2002
Sayfa 49 - Metis yayınları, Ocak-2011Kitabı okudu
"Biz ve Otekiler Ideolojisi"nin kurucu yapısı çoğunlukla aynıdır. "Biz"ler ve "Öteki"ler bir hiyerarşi mekanizması içinde yerini alır. "Biz"in öznesi ya da "Öteki"nin öznesi değişebilir ama aradaki ilişki, bu ilişkiyi kuran temel paradigma değişmez. Diyelim ki ezilen ve ezen ilişkisinde ezenin ya da ezilenin özneleri değişebilir, ama ilişki biçimi değişmiş midir? Bir zamanlar "Bir iki üçler, yaşasın Türkler" diye başlayan bir "mektep şiiri" vardı. Her ulus bir hayvanla temsil ediliyordu. Dünyanın yönetimi bir orman yasasına bağlanmış gibiydi. Uluslar bu hiyerarşik basamakta yerlerini alıyor, bunların başına da "Ormanlar Kralı" aslan yani Türkler getiriliyordu. Bu zararsız mektep şiirinin nasıl bir faşist dünya görüşünden kaynaklandığını anlamak için o çocukların büyümesini beklemek gerekti. "Biz"in kutsanmasının son momenti faşizmdir çünkü. Bu kaçınılmazdır. Nitekim bu zararsiz siiri, uluslaşma konusunda geç kalmış bir tavır, bir tavır alış verişi değildi yalnızca.
Sayfa 53 - Metis yayınları, Kasım- 2012Kitabı okudu
Marx da, Lenin de yaşadıkları çağın ideolojileri ile ilişki içindeydiler. En başta bunu unutmamak gerekiyor. Onların teorisyen kişiliği ile büyük ölçüde toplumsal koşulların belirlediği kişisel dünyaları arasındaki farklılıklar ideolojiler düzeyinde algılanabilir bir şeydir. Marx'ın ya da Lenin'in sözlerini Marksizm bağlamında değerlendiremediğimiz sürece bu soy çelişkilerin üstesinden gelemeyiz. Bu teori ile ideoloji arasındaki ilişkinin incelenmeye değer bir sorunsalıdır. Marx, Marksizme rağmen bu sözleri edebiliyorsa, sorun o çağın ideolojilerini, toplumsal ilişkilerini anlamaktan geçer. (Bu aynı zamanda Marx'ı ve yaşadığı zamanı anlamaktır...) Tarihsel süreç içinde kimi hareketler artık geri veremeyeceği bazı hakları koparıp almıştır tarihin elinden. Bazılarını da almanın mücadelesini vermeyi sürdürmektedir. Bugün aynı ideolojinin kendi içindeki seçimlerini ya da elemelerini yönlendiren olgu budur. (Hem unutmayalım: Marx'ın yaşadığı çağın ideolojilerinin büyük bir kısmı aşıldığı halde Lenin çağının ideolojileri yürürlükte...) Zaman ve mekâna içkin kavramların kullanımı, salt bizim öznelliğimizle ya da içinde yaşadığımız ideolojilerin hâkimiyetiyle belirlenecek bir şey değil, tarihsel süreci doğru çözümleyip değerlendirmekle aşılacak bir şey. Marx'ın her dediğiyle değil, Marksizmin yöntemiyle... İşte ancak o zaman kendi içimizde bu soy tutarsızlıklara düşmeyiz. Murathan Mungan - Şubat 1979
Sayfa 65 - Metis yayınları, Kasım- 2012Kitabı okudu
Kendi seçkinliğini, başkalarını da seçkin bireyler haline getirerek gerçekleştiren kişidir. Bir seçkinin kendi seçkinliğini her türlü yolla başkalarına kabul ettirmek ve böylece seçkin bireyler ve sıradan adamlar gibi bir yapı oluşturmak istemesini tamamen olumsuzlayan bir sürecin içindedir. Mülkiyet kurumunun doğurduğu eşitsizliği, yönetim ve bilgi eşitsizliği ile birlikte yaşatan eski toplumun bu hiyerarşik yapısını kırma yolundaki duraksız mücadelenin hem bir öğesi, hem de bir ürünüdür. Görece seçkinliğini olanca gücüyle ve tüm toplumu yükselterek sona erdirmek isteyen öncüdür. (Ömer Laçiner, ""Ne Yapmalı Üzerine Düşünceler - II", Birikim, sayı 15, s. 47, 1976) Yukarıdaki alıntı, aynı zamanda, münevverlerle aydınların arasındaki farkı da tanımlıyor. Fakat asıl unutulmaması gereken odur ki: Gün gelecek, münevverler çağı kapandığı gibi, aydınlar çağı da kapanacaktır. Murathan Mungan - 1978-1979
Sayfa 68 - Metis yayınları, Kasım- 2012Kitabı okudu
Reklam
Ahmed Arif'in Cigarası Niye Karanfil Kokar? "Dağlarına bahar gelmiş memleketimin"(1) dizesinde saklıdır bunun yanıtı... Büyük olasılıkla cigarası hapishane yakınlarındaki eline çabuk bir büfeden alınmamıştır. Memleketinden hasretle gönderilmiş olup halis kaçak tütünden yapılmıştır. İnce parmakların, sevginin özeni ve emeğiyle
Sayfa 138 - Metis yayınları, Kasım 2012Kitabı okudu
Çeşitli kanallarda düzenlenen sözde halkın aydınlanıp bilgilenmesini amaçlayan açıkoturum, tartışma programları çoktan birer "fikir müsameresi" oldu. Fikrin olmadığı, ama fikrin ekrandaki taşıyıcı figürlerin kişisel arızalarıyla seyirlik hale getirildiği programlar, tartışmanın yerine atışmanın, sataşmanın, kavganın geçtiği saldırganlık showlarına dönüştü. Aynı zaman diliminde farklı tarihsel dönemlerin, eğrilerin post- modern anlamdaki yan yanalığını, bir aradalığını doğru konumlandırıp anlamlandırmak için, gene de kültürel sürekliliğin, toplumsal birikimin tarihsel bir perspektifte, olgular arasında diyalektik ilintilendirmelerle okunması gerektiğini düşünüyorum. Bu tutum bana, hem içinde yaşadığınız çağın kaçınılmaz yan yanalığı, bir aradalığını bir sorumsuzluk, şuursuzluk hali olmaktan çıkaracak, hem de evrilme, ilerleme, tutarlılık, bütünlük kavramlarıyla ilişkimizi büsbütün koparmaktan alıkoyacak bir yaklaşım olarak görünüyor. Benim gündelik dilin çoktan aşındırdığı "gösteri" ile "müsamere" gibi sıradan görünen iki sözcük arasındaki ayrım hakkında bunca söz alma ihtiyacım da bununla ilgili olmalı. -Ağustos 2008
Sayfa 233 - Metis yayınları, Kasım- 2012Kitabı okudu
Sosyolojik dokumuza bakıldığında ortaya çıkan resinden genelde ezik bir toplum olduğumuz sonucuna varılabilir. Doğu dünyası ile Batı dünyası arasında sıkışıp kalmış kırılgan bir fay hattı üzerinde bitmeyen bir değerler kargaşası içinde çalkalanıp duran bir toplum... Bir yanda hafıza kayıpları, öte yanda parçalanmış bir zihin, öznesine, konusuna göre değişen algı çarpıklıkları... Farklı boyutlardaki çok katmanlı bu ezikliğin kökleri pek çok yana uzanıyor. Temelde bir sınıfsal eziklik var kuşkusuz, nedenlerini ve sonuçlarını tahmin etmek, bıraktığı izleri takip etmek zor değil. Teknolojik uygarlık konusunda temsiliyet üstünlüğünü elinde tutan Batı dünyası karşısında duyduğumuz eziklik var. Murathan Mungan
Sayfa 197 - Metis yayınları, Ekim 2021Kitabı okudu
288 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.