Kitaba başlayalı kaç gündüz gece geçti sayamadım. Ama bir fındık vaktiydi başladığımda, bir ramazan gecesinde bitiyor. Nedense bir hüzün kapladı içimi... (Oysa son sayfalarına kadar gülmekten gözümden yaşlar geliyordu.)
***
Yavaş mı okudum, bence hayır zaten kitap iki sene içinde aylık tefrikalar halinde yazılmış. İki sezonluk bir dizi gibi hazmede hazmede bitirmişim.
***
İyi yürekli bir insanın başına gelebilecek türlü türlü şeye şahit oldum. Hiç beklemediğim kadar çok güldüm. İki Şehrin Hikayesi'nde, Büyük Umutlar'da, Antikacı Dükkanı'nda hüzünlendiğim kadar.
***
İnsanoğlunun türlü türlü hallerini zihinlerde açık kapı bırakmayacak düzeyde en ufak ayrıntısına kadar işleyen, ilmek ilmek ören; tanımlamalarıyla, yakıştırmalarıyla okuyucunun zihninde aydınlanmalar yaşatan, işte bu dedirten, hicivleriyle de Nef'î yi aratmayan bir yazar, Charles Dickens.
***
Kitaplarında bu açıklamaya karşılık gelen kesitleri yazar tarafından sayfaların arasına gizlenmiş hazineler olarak görüyorum hep.
***
Yeri gelmişken Sydney Carton karakteri de bu hazinelerden biri. Gerçek olamayacak kadar çok idealize ama bir o kadar da gerçek olmasını isteyeceğimiz kadar yakın, en azından bana.
***
En güzel hazineler genelde bölüm başlarında karşılıyor bizi. Ya gün doğumu ya da gün batımı; yağmurlu bir gün, fırtınalı bir gün; hem hüzün hem de mutluluk; biraz komedi biraz dram, biraz da hiciv tabi.
***
Son olarak, Charles Dickens'ı tanıyalı, okuduğum ilk kitabını bir marketin rafından alalı yaklaşık on üç sene olmuş ve hala okumadığım eserlerinin olması çok güzel. Bakalım şimdi hangisine sıra gelecek...