Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Türk Halklarının Kökeni

Kazi Laypanov

Türk Halklarının Kökeni Gönderileri

Türk Halklarının Kökeni kitaplarını, Türk Halklarının Kökeni sözleri ve alıntılarını, Türk Halklarının Kökeni yazarlarını, Türk Halklarının Kökeni yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Türklerin aslında sosyal gelişimi sağlayan değil yıkan bir toplum olduğu şeklindeki iddia tamamen hatalı ve bilime aykırıdır. Türk kabile ve halklarının tarihlerinin tarafsız tetkiki, onların da diğer halklarla eşit şekilde dünya kültürünün gelişimine büyük ölçüde katkıda bulunduklarını ortaya koymaktadır.
Sayfa 150 - PdfKitabı okudu
Bilim, Türklerin dünyanın en eski halklarından biri olduğunu göstermiştir. “Türk” etnonimi, M.S. IV. Yüzyılda Merkezi ve Orta Asya'da Türk Kağanlığı'nın kurulmasıyla tanınmıştir; ama, bu etnonim, bundan çok daha önce, belki de insanlığın neolitik gelişme döneminden önce ortaya çıkmıştır. Bunun en iyi kanıtı, Komi, Mari, Udmurt, Alman, Tibetli, Birman vb. gibi çok eski halkların kendilerine aldıkları etnik adların semantik açıdan "adam”, “insanlar" ve "gerçek insanlar" anlamına geliyor olmasıdır. (Kryukov, 1984, s. 728). Değerli bilim adamı ve Türkolog A.N. Kononov, “Türk” etnik adının eski Türkçede “insan" kelimesinden geldiğini belirtmektedir (Kononov, 1949, s. 40 - 47). Bir süre öncesine kadar bilim adamlarının büyük çoğunluğu bütün Türklerin ana yurdunun Altaylar olduğu fikrini des- tekliyorlardı. Küçük bir grup Türkolog – Y. Nemeth, A. Zayonçkovsky, M.Şiraliyev ve benzerleri ise Türklerin anayurtlarının İdil-Ural bölgesi olduğunu savunmuşlardır. Elde edilen malzemelerin objektif analizi Türklerin ilk ata yurdunun İdil civarı, Ural bölgesi ve civardaki bozkır ve yarı- bozkırlar olduğu sonucuna varmaya imkan tanıdığı için bu görüşü savunanların sayısı sürekli artmaktadır. Modern bilimin ortaya koyduğu tarihi-etnografik, arkeolojik, lengüistik ve antropolojik belgeler, bizi de bu sonuca götürmüştür.
Sayfa 148 - PdfKitabı okudu
Reklam
1936 yılında bulunan runik kitabelerin tam metni, 1936- 1944 yıllarında değerli Türkolog H.N. Orkun tarafından “Eski Türk Yazıtları" adı altında İstanbul'da yayınlamıştır.
Sayfa 144 - PdfKitabı okudu
Türk ve Moğol destanlarının mukayeseli tetkiki, araştırmacıları "silah önünde eğilerek selamlama geleneği "Kılıç Tanrısı" - kelimesi kelimesine "Kılıç" - kültünün doğmasına yol açtığı" hükmüne götürmüştür. (Lipets, Sovyetskaya Etnografya, 1978, s. 109).
Sayfa 133 - PdfKitabı okudu
Hunların ve doğrudan onların torunları olan Bulgar ve Hazarların birçok halkın kültürüne olumlu etkiler yaptıkları tartışmasız bir realitedir. Bundan dolayı kısaca onun önemi üzerinde duralım. Bilindiği gibi bir etnosun teşekkülünde yazılı eserlerin rolü fevkalade büyüktür; çünkü yazılı eserler "isterse primitiv ve basit olsun, ilk aşamada bir toplumun yapısının yeni nitelikler kazanmasına imkân sağlarlar. Kayalar üzerine kazınan yazıların ve onları okuyanların yeni yeni ortaya çıkmaları yeni bilgilere ulaşılmasına hizmet etmektedir.” (Arutunov, 1989, s. 76).
Sayfa 122 - PdfKitabı okudu
İskitleri iyi tanıyan Yunanlı yazarlar, bu güzel yüzlü insanların sağlam yapılı olduklarını kaydetmektedirler. Kurganlarda bulunan eşyalar üzerindeki İskit tasvirleri onların Avrupaî olduğunu göstermektedir ki, bu da Mongoloidlerin sayıca az olduğunu, ama her halükârda orada bulundukları tezini teyit etmektedir. Meşhur Hippokrat "Hava, Sular ve Yerler Üzerine" adlı eserinde İskitlerin dış görünüşlerini tasvir etmiştir. Her şeyden önce uzun kafalı olduklarının altını çizmekte, onu da şuna bağlamaktadır: "Bebek doğar doğmaz, henüz kemikleri yumuşak iken onun kafasını elleriyle sıkarak ve bandaj veya başka bir vasıta yardımıyla kafayı uzunlamasına büyümeye zorluyorlar..." (bölüm 21). Hipokrat, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bütün İskit kabileleri - soğuk iklimden dolayı sarışındır, çünkü güneş yeteri kadar tesir etmemekte ve beyaz renk soğuktan yanmakta ve sarışın renge dönüşmektedir." (28) (AİSK, 1990, s. 34-35).
Sayfa 96 - PdfKitabı okudu
Reklam
Sibirya'nın eski sakinlerinin sanatının bir benzerini, Ural, İdil boyu, Kafkasya ve Kuzey Karadeniz'in eski sakinlerinin sanatında da bulmak mümkündür. Buna örnek olarak, Kara- çay ve Balkarya'daki kaya tasvirleri ve kayalar üzerindeki yazı- ları gösterebiliriz. Bunlar S. Y. Bayçorov tarafından incelenmiş- dir (1987, s. 26; 1988, s. 96-141). Aynı şekilde, U.Y. Elkanov ta- rafından Alanya'nın eski başkenti Nijne-Arhizk şehrinde kaya güneş diski tespit edilmiştir (Elkanov, 1988, s. 142-150). S. Y.Bayçorov, Urup nehri yukarı akımlarında Sutul deresindeki kayalar üzerinde 75 adet resim bulmuştur. Bu resimlerde atlar, insanlar, kuşlar, yırtıcı hayvanlar, geyik, köpek, kurt, koyun, kuzu, ayı, Avrupa geyiği, karasaban, pulluklar, ok ve yay, mızrak, kılıç, kalkan, kement, muhtelif büyüklüklerde geometrik figürler ve kadim Türk runik yazıları mevcuttur. Resimlerden birinde sağlam yapılı bir adam, kementle vahşi bir hayvanı yakalamış; birkaç kişi başlarında geniş şapkalarla, bazıları ise zırhlı olarak tasvir edilmiş. Bu, gayet ilgi çekici bir tasvirdir. Bu figürlere paralel olarak şapkalarında mitolojik canlıları tasvir eden antropomorfik Sibirya tasvirlerine sahip insanları gösterebiliriz (Bayçorov, 1987, s 17-18).
Sayfa 83 - PdfKitabı okudu
Y.A.Okladnikova'nın ifadelerine göre, "Çoğunluğu antropomorfik örneklerden oluşan kaya resimleri, geçmiş dünyanın rekonstrüksiyonuna imkân tanıyan, muteber değere sahip tarihi kaynakları oluşturmaktadırlar." (Aynı eser, s. 180). Altaylardaki kaya resimlerini detaylı bir şekilde araştıran meşhur arkeolog ve etnograf V.D. Kubarov,
Sayfa 82 - 83 - PdfKitabı okudu
Herodot'a göre İskit göçebeleri, kazan ve odunları olmadığı vakitler, yiyecekleri eti fevkalade orijinal bir tarzda pişiriyorlardı: "Kurbanlarını yüzdükten sonra, kemikleri örten bütün etleri ayırırlar... Eğer tencere yoksa etler hayvanın iskeleti üzerine konur, su da katılır, alttan kemiklerle beraber ateşlenir; kemikler pek güzel yanarlar ve iskelet kemikten ayrılmış eti kolaylıkla tutar. Bir öküzün bütününü pişirebilmek için yakacağını da böylece kendisi sağlamış olur" (Herodot, 1972, s. 202). A.P. Smirnov, böyle bir et pişirme tarzının hiçbir araştırmacı tarafından tespit edilmediğini yazmaktadır. Fakat bu tarz, birçok Türk halklarında, özellikle Altaylı çobanlarda, Balkarlar, Karaçaylar, ve Kazaklarda oldukça yaygındı. Bu iş şu şekilde yapılmaktadır: Çok fazla derin olmayan bir çukur kazılır, o çukurun içine üzerinden etleri sıyrılmış kemiklerden ve eğer varsa odunlardan ateş yakılır. Toprak iyice kızdıktan sonra bu çukurun içine et ile içi doldurulmuş işkembeyi koyarlar, onun üzerini de kızgın küllerle kapatırlar, odun veya kemiklerle ateşi beslemeye devam ederler. Böylece hayvanın kemikleri kendi etini pişirmiş olur.
Sayfa 78 - (6) - PdfKitabı okudu
Tarihi-kültürel devamlılık manevi devamlılığı da bünyesinde barındırır. Her ne kadar insanlar birçok durumda muhtelif faktörlerin etkileriyle lengüistik ve antropolojik devamlılıklarını koruyamazlarsa da, dinî tasavvurlar uzun süre muhafaza edilir. Örneğin Türklerde eski defin gelenekleri onların dünya görüşleriyle bağlı idi ve bu, asırlar boyunca muhafaza edilmiştir. Eski mezarlar, onların dünya modelini oluşturuyordu, ya- ni yerin alt bölümü aşağı dünya (yeraltı dünyası); üst kısmı ise, yukarı dünyayı simgelemektedir. Bunun dışında bir de eski inanışa göre semavi halkın yaşadığı gökyüzü dünyası vardı. Ceset defnedilirken başı doğu, batı, kuzey veya güney cihetine gelebilirdi ve bunun insanların dünya görüşleriyle doğrudan bir bağlantısı vardı (Kuzey ve batı: güneşin batış yönü; doğu ve güney ise, güneşin doğuşuyla bağlantılıdır). İnsanda ilk başlarda oluşan iki zıddın - karanlık ve aydınlık- birbirine uygunluğu görüşü, bütün ilkel dünya görüşlerinin temelinde vardır. (Bronz çağı, 1987, s. 430).
Sayfa 51 - PdfKitabı okudu
Reklam
Avrasya bozkırlarında, özellikle de İdil-Ural'da mezolitik kültürel-ekonomik olgunluk çağının temelinde M.Ö. IV.-III. Binyılda "oyma mezar" ya da "kurgan” kültürü denilen bozkır kültürü şekillenmiştir. Kurgan setler, hayvancılık yapan bozkır göçebelerinin bozkır peyzajının ayrılmaz bir unsuru olarak bir bakıma onların
Sayfa 42 - 43 - PdfKitabı okudu
Günümüz Türkologlarının büyük bir bölümü, ilk Türklerin vatanı olarak Altay, Güney Sibirya ve Baykal civarı olduğunu kabul etmeye mütemayiller. Biz de, Türlerin ilk vatanı olarak M.Ö. IV.-III. Binyıllarda, Asya ve Avrupa'nın birçok bölgelerine göç ederek yayılmış oldukları İdil-Ural bölgesini kabul etmeye eğilimliyiz. İdil-Ural bölgesi, özellikle de bozkır ve bozkır-orman bölgeleri, buralarda sakin olan etnosların hızlı gelişimine fevkalade elverişli şartlar sunmaktaydı. Burada, hayvancılık için gerekli meralar, av hayvanlarının yaşaması için gerekli orman tabakası, balıkçılık için nehir ve göllerin yanı sıra, zengin maden yatakları da mevcuttu. Altay, Güney Sibirya ve Kafkasya kuşağı (Karaçay, Kuban'ın yukarı kesimindeki Kuban boyu maden ocağı) ilk madencilik merkezlerinden birisi olmuştur. Bu bölge, Ural'ın ve ona komşu olan yakın bölgelerin iktisadi bakımdan hızla gelişmelerinde büyük rol oynamıştır.
Kadim geçmişi ile Türk dilli halklar dünya tarihinde önemli etkiler ve izler bırakmışlar; dünya medeniyetinin gelişimine çok büyük katkıda bulunmuşlardır. Ancak, Türk halklarının gerçeğe uygun olan doğru tarihi henüz yazılmamıştır. Onların etnogenezleri hakkında bilinmeyen bir çok nokta, henüz ortada durmakta ve çok sayıdaki Türk halkı kendi aslının hangi zaman ve etnisiteye ait olduğunu günümüzde dahi bilememektedir.
Sayfa 30 - PdfKitabı okudu
Yazalım bunları bir kenara.
KENAR MAHALLE ÇOCUKLARI Uygarlığın güya öncüsü ve kurucusu olduklarını savunan Batılı bilim adamları, dünya halklarını medeniyet skalasında tasnife tabi tutarken, özellikle Türkleri, Amerika'nın yerli halklarını ve Afrikalı milletleri görmezden gelirler ve bazen de lutfedip incelenmeye değmez "kenar mahalle” kültürleri olarak takdim ederler. Onlara göre Amerikalı yerlilerin uygarlıkları yoktur; barbar ve kültürsüzdürler. Afrikalılar zaten siyah, cahil ve geri kalmış lüzumsuz varlıklardır. Türkler ve Turani halklar, hem barbar, hem göçebe, hem yağmacı ve hem de parazit topluluklardır. Hatta Arnold Toynbee, “A Study of History" (Tarih Bilinci) adlı eserinin birinci cildinde, uygarlıkların tasnifini yaparken Türklerin adını bile ağzına almaz.
Sayfa 7 - PdfKitabı okudu
25 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.