Türkiye, tarihin ilk devirlerinden itibaren, tabii güzellikleri, iklimi, bitki örtüsü, akarsuları, yer altı ve üstü zenginlikleriyle insanoğlunun derin alakasını cezbetmiş, birçok millet bu topraklara yerleşerek köyler - şehirler kurmuşlardır. Ülkemiz, bu sebeple Hitit, Asur, Urartu, Frig, Lidya, Hellen, Roma, Bizans devirlerine ait antik şehir kalıntılarına ve bu şehirlerde yapılmış kazılarla meydana çıkarılan nadide eserlere sahiptir. Bu kültürel miras, hassasiyetle muhafaza edilmekte, insanlık aleminin faydalanabilmesi için ören yerlerinde, müzelerde teşhir edilmektedir. Türklerin XI. yüzyılın başlarından itibaren Anadolu'ya yerleşmeye başlamalarıyla birlikte; Türkiye topraklarında Türk - İslam Medeniyeti hayatiyet bulur. Şehirler, İslamiyet'in gerektirdiği mimari eserlerle yeniden inşa edilir. Eski köyler ihya edilirken yeni binlerce köy kurulur. Köprü, çeşme mimarisinden kitap cildine kadar her türlü taşınır ve taşınmaz kültür eserine Türk'ün zevki, duygusu, düşüncesi, inancı aksettirilir. Binlerce şaheser vasfında eser meydana getirilir. Fatih, Yavuz, Kanuni başta olmak üzere Selçuklu ve Osmanlı Sultanları sanatkarları himayeleri altına alır, sarayda ihtiyaç duyulan sanat teşkilatını kurarlar. Kendileri de güzel sanatların bir dalına merak saran sultanların, padişahların alakası sayesinde güzel sanatlarda büyük gelişme kaydedilir. Cumhuriyet döneminde; bu gayret ve alaka önce Maarif Vekaleti (MEB) sonra da Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü çatısı altında teşkilatlanır. Günümüzde taşınabilir kültür varlıklarımızın teşhir edildiği 184 resmi, 80 özel müzeye sahibiz. Bir bu kadar daha müze açabilecek değerli eserimiz var. Ayrıca; dünyanın birçok müzesinde Türkiye'den kaçırılmış binlerce nadide eser bulunmaktadır…
