Bazı gecelerin sonu gelmez, karanlığı alır sabaha katarsın, biraz alacakaranlık serper, içine günü doğurursun bir bakmışsın elindekine, sadece acı kalmış. Umut da en az gece kadar katran karasıdır öyle gecelerde. Demir kapılar gibi ağırlaşan göz kapaklarından uyku aksa da, içine zindanların karanlığı sirayet etse de sonu gelmez. Bir iç sıkıntısıyla beklersin ki uyku gelip tavana dikili gözlerine konsun. Oysa zift olur yapışır kalır üzerine o sıcak karanlık. Gece devrilmez, şafak sönmez ve sen benliğini sessizliğine katar öyle beklersin, hu çekersin içinden sabırla, sabırla, sa-bır-la.
"Yazar dediğin toplumun çok iyi bir gözlemcisi olacak, devamlı çantasında öyküler biriktirecek. Kalem beni nereye götürürse yazarım demek yanlış bir biçimdir. Ne yazdığını ve neden yazdığını bileceksin oğlum."
Çünkü insanlar böyledir, ilişkileri böyle hercai bir maymun iştahlılıkla savurur ve ardındaki enkaza bile bakmadan yürür gider. Çünkü insanlar her zaman en sevdiğini kırar ve en sevdiği yerden kırılır.
Hayal kırıklığı ne hoş kelime çünkü önce hayaller kırılır, paramparça olur ve ölür. Geleceğe dair kurduğun ne varsa. Bu öyle bir mahkumluk halidir ki ab-ı hayat durur, en bereketli toprağı kurak, verimsiz ve kısır bir tarlaya çevirir.
"Acı çek çek bitmiyor," demişti bir gün bir dost. "Yanmadan, kül olmadan başlayamazdık yeniden. O yüzdendir ki alevlerin içine gözümüz kapalı dalışımız. O yüzdendir ki kalbimizden pare pare kopardığımız o aşka inancımızı yitirmemiz."
Başkalarının tesirinde kalıp yıkılmaya ne kadar da meyilliydik. Başkalarının hayatlarında yangınlar çıkararak ilerliyorduk. Hiçbir kalp bizim için önemli değil, hiçbir yürek bize yuva değildi. Çünkü insandık. Ya acı çekmeli ya da acı çektirmeliydik. Çünkü ortası yoktu bizim hikayelerimizin.