Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Viva La Muerte!

Alev Alatlı

Viva La Muerte! Gönderileri

Viva La Muerte! kitaplarını, Viva La Muerte! sözleri ve alıntılarını, Viva La Muerte! yazarlarını, Viva La Muerte! yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
‘Laiklik’ söylemi, Türkiye insanının elinden vahiye dayalı ahlâk anlayışını aldı. Bundan böyle, rüşvet almayı, yalan söylemeyi, zulmü, ‘Müslüman Allah’ı yasakladığı ya da Peygamber öyle söylemediği için yapmamazlık etmeyecektik. ‘Cehennem’ bizi dizginleyen bir korku olmaktan çıktı. Gökyüzünde bir yerlerde cayır cayır yanan ateşe inanmıyorduk artık. Vahiye dayalı ahlâk sistemi gitti, ama yeri boş kaldı. Onun yerine akla dayalı bir ahlâk sistemi de konmadı. Sonuç, Batılıların nicedir, yakındıkları ‘relativistik’, görecelikçi, ahlâk sisteminin yerleşmesi oldu. ‘Herkesin ahlâkının kendine göre’ olduğu bu düzenlemede, haz veren şey ‘iyi’, haz vermeyen şey ‘kötü’dür diye öğreten hedonist ahlâk yeşerdi. Hedonist ahlâk, tanımı itibariyle özneldir. Öznel ahlâkın kabul görmesi, “güçlü”nün kendi kurallarını dayatmasıyla sonuçlanır.
Kötülüğü iyilikle karşılamak istemiyorum,” diyordu. “İstemiyorum, çünkü o zaman iyiye verebileceğim bir şey kalmıyor. İyiliği iyilik, kötülüğü adalet karşılasın istiyorum.”
Reklam
İlkel kaynaklar ortak kullanıma açıktı. Cemaate aitti. Cemaat üyesi aileler, bu kaynakları elde etme hakkına eşit olarak sahiptiler. Hazreti Muhammed gelip de, mülkiyetin bir kişinin hakkı olmadığı gibi, bir grubun ya da bir sultanın hakkı olmadığını, malın sahibi ister tek kişi, ister bir ortaklık, ister bir devlet olsun, sahip olunan mal toplumun malı olduğunu söyleyince, çok yakın geldi.” “Peki, tapu kimdeydi?” diye sordu Diana, biraz alaylı. “Bu sandığın kadar alaycı bir soru değil,” dedi Günay, “Tapu mesela, Sovyetler’de olduğu gibi devlette olabilir, ama ürünü azami doyumu getirecek gibi paylaşılmıyordur ya da kötü yönetiliyordur da paylaşılacak şey kimseye yetmez. Ya da sizdeki gibi ferdin elindedir, iyi işletiliyordur ama kimseye zırnık koklatılmıyordur. Önemli olan, azami doyumu sağlayacak bölüşüm ve üretimin aynı anda işlemesidir ki, bu bence... ilkel komünizmin üzerinde parlayan hilal ile gerçekleşebilir.”
. ‘Kul’, kavramı, bu dünya görüşüne tümüyle yabancıdır. Örneğin, Yunan Hades’inin karşılığı, bir Erlik vardır. Erlik, Ülgen’e isyan eden kardeşidir. Kötüdür, öldürdüğü insanları yeraltındaki dünyasına götürür, kendisine uşak yapar. Ama insan, Ülgen’in yardımıyla Erlik’i her zaman yener. Bu ceza da ilginçtir. Verilecek cezanın yakmak filan değil de, ‘kendisine uşak yapmak’ olması ilginç değil mi? Bazen, o zamanın Türklerinin, ölmekten değil, birilerine uşak olmaktan korkmalarının ardında bunun yattığını düşünürüm. Hatta belki de, ‘o zamanın insanı’ diye kısıtlamam da yanlış. Kore savaşında, en az esir veren ulus yine bizdik. Belgelerle sabittir. Anadolu insanı özgürdür. Evet, aktif bir özgürlük de değildir, ama asla zincire vurulamayan bir yapı geliştirmiştir. Ne patronun, ne paranın, ne inançlarının, ne kitaplarının, ne de geçmişinin kölesidir...”
biz aynı işe kavramların içini boşaltarak başladık. Mesela, ‘her koyun kendi bacağından asılır’ düsturunun aslı, herkesin kendi cihadını, iç ıslahatını tamamlaması gereği iken, ‘gemisini kurtaran kaptan’ yerine kullanılmaya başlandı. ‘Sen seni bil’, döndü dolaştı, ‘beceremeyeceğin işe kalkışma’ oldu. Efendim, ‘yeryüzünde ne varsa fanidir, ancak kudret ve lütuf sahibi Rabb’in yüzü bakidir’e ‘yalan dünya her şey bomboş, yolcu sarhoş, hancı sarhoş’ diye şarkı düzüldü
Marx’tan bir alıntı daha yaptı, “Para, sadakati ayıba, ayıbı erdeme, köleyi efendiye, efendiyi köleye, ahmaklığı akıla, bilgeyi cahile dönüştürür. ‘Yiğitlik’ satın alan korkak yiğit olur. Oysa, insana insan olarak bakıp, dünya ile ilişkisinin insani olduğunu varsaydığınızda, göreceksiniz ki, mesela, sevgiyi ancak sevgiyle, inancı ancak inançla takas edebilirsiniz. Sanattan keyif almak istiyorsanız, o alanda eğitilmiş olmanız gerekir. İnsanları etkilemek istiyorsanız, onları gerçekten canlandıracak, ilerlemelerine yardımcı olacak etkileyiciliğiniz olması lazım. Doğa ve insanlarla ilişkileriniz, sizin sahici, kendinize ait olan hayatınızın arzuladığınız nesneyle çakıştığının kesin bir ifadesi olmalı.”
Sayfa 348Kitabı okudu
Reklam
“Türk, vites tutmaz,” demişti, bir gün. “Şanzımanı hep arızalıdır. Bire takarsın, tuttu sanırsın, birkaç dakika ancak dayanır, tak atar, başka vitese geçer, yavaşlar, hızlanır, ama durması gereken yerde durmaz! Türk’ün istikrarına güvenemezsin. Ne duygusal düzlemde güvenebilirsin, ne günlük hayatta. Fırtınadır, akıllı uslu bir meltem değil. Rüzgârının enerjisinden de o yüzden yararlanamazsın ya zaten, ne zaman dineceği belli olmaz ki.”
“Hayata kart açmayı bilmek lâzım,” dedi, “En nefret ettiğim insan tipi, kumar oynayanların arkalarında dikilerek onların heyecanından geçinenlerdir. Kendi paralarını asla riske etmezler. Asla masaya oturmazlar. Kart açmazlar ama seyreder, ahkâm keserler.”
İnsanlar tavır almak, karar vermekle yükümlüydüler. Yaşamdan, atmosferi tüketen herkes ama herkes sorumluydu. Türkiye, ne yapıp yapıp hayata sahip çıkan, hesap soran insanlar yaratmalıydı. Olanları desteklemeliydi. Ve Şafak Özden, böyle bir adamdı!
“Titre, kendine dön!” “Ne kadar doğru!” dedi Günay, “Gerçekten de! Titreyip kendimize dönmeli, Büyük Yalan’ı afişe etmeliyiz! Bizi tanımlamayı, bizi takdim etmeyi CIA’nın sosyologlarına, psikologlarına, oryantalistlerine, ilahiyatçılarına, dış ya da iç sömürgecilere bırakmayın. Kendinizi, siz takdim edin. Ben, ‘bu’ yum, deyin. Olduğunuz ‘bu’ doğru tarif olsun. Yanlış temel üzerine yapılandırdığınız hedeflere ulaşamazsınız. Siz, geleceğini hedeflerken, karşınıza geleceği çıkıverecektir. 12 Eylül’de olduğu gibi..
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.