Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yalnızlık Muhatab İster

Cengiz Aydoğdu

Yalnızlık Muhatab İster Gönderileri

Yalnızlık Muhatab İster kitaplarını, Yalnızlık Muhatab İster sözleri ve alıntılarını, Yalnızlık Muhatab İster yazarlarını, Yalnızlık Muhatab İster yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kültür değişmelerinin devlet eliyle ve “zor”la yapıldığı ülkelerde, devlet ve cemiyet arasındaki değerler gerilimi ve tezadı en fazla eğitim sahasında kendini hissettirir. Ve bu gerilim, devlet fikrinin tabiatı icabı devleti baskıya mecbur bırakır. Kendini toplumu dönüştürmekle “görevli” ve “yetkili” sayan devlet, bu dönüşüm için en uygun araç olarak eğitimi görür. Ve eğitim, devlet tarafından bir “hizmet içi eğitim” mantığı ile verilir. Tıpkı bir kamu görevi gibi.8 Oysa eğitimin sınırlarını tayin eden şey, kamu görevi mantığıyla okullarda tedris edilen soğuk ve kuru müfredat değil, okulla beraber evde, sokakta, toplumun bütün sosyal kırılma noktalarında kendiliğinden cereyan eden, güdümsüz ve ideolojisiz bir kültür faaliyetini mümkün kılabilecek, tespiti ve tatbiki “serbest” olan toplumsal değerlerdir.
Sayfa 107Kitabı okudu
Bir anlamı olacaksa eğer ifâde edelim ki, ırk gelinen yer, millet ise gidilecek yerdir.!! İnsanı inandıklarıyla değil de muhatap kılındıklarıyla yani ona “zor”la atfedilenlerle tarif etmek; yani içinde taşıdıklarıyla değil de dışarıdan buyrulanlarla, dayatılanlarla, teklif edilenlerle tanımlamak için Batı, nerdeyse bin yıl uğraştı. Bunu başardıktan sonra da dünyaya istediği şekli vermeye teşebbüs etti. Aydınlanma düşüncesinin temelidir bu; insanın güdülebilir, eğitilebilir, imal edilebilir bir şey olarak algılanması. Burada söz konusu olan şey, dışarıdan inşa; oysa içerden inşa yani insanın kendi kendini inşası farklı bir şey. Bu modernliğin sevmediği bir tarz.
Reklam
Modern eğitim, insanı bilgi sahibi yapabiliyor lakin şahsiyetli bir insan olma mazhariyetini ıskalıyor. Oysa insan olmak lütfuna mazhar olan insan, hiçbir şeye “alet” olmaz. Çünkü bize bahşedilen hâliyle insan olmak, Allah'; bilmek, O'na “kul” olmak ve âleme “sultan” olmaktır. Bıliyoruz ki bütün her şey insana, insan da Allah'a hizmet edebilir. Zira insan, fıtraten sadece Allah'a kulluk etmek ve O'nun dışındaki her şeye karşı “özgürlük” üzere yaratılmıştır. Oysa modern medeniyet bilhassa teknoloji, serbest, müstakil ve hür şahsiyet istemez; tebaa ister; kitle insanı, sürü insanı ister.
Güzel ahlâka sahip olanlar, güzel düşünürler ve güzel anlarlar. Çünkü çoğu zaman aklımızın almadığı şeyleri ahlâkımızla, kalbimizle, aslında şahsiyetimizle anlarız.
Vasatın iktidarı öyle bir şeydir ki, kendi seviyesinin azıcık üstündeki bütün oluşları ya yok sayar veya yok eder. Hiçbir şey yapamazsa, değersizleştirmeyi dener. Onu da başaramazsa, toplumsal değerler manzumesini tanzim eden seviye sistemini istihfaf eder, küçültmeye kalkar, kirletmeyi dener. “O işler”*den anlamadığını ve anlamadığı için “üstün” olduğunu imaya cüret eder. Hatta hiçbir şeyden anlamadığı halde “buralara” kadar geldiğini bir külhanbeyi (şecaatini arz ederken sirkâtin söyleyen merd-i kıpti) edâsıyla izhâr eder. Böylece, “o işler”den anlamanın hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığını, tabii kendi üslubunca anlatmış olur. Noksanlıklarını adeta “meydan okur” gibi, biraz da “bıçkınca” ortaya koyan bu insanların, bir yandan da, utanmadan, toplumu tanzim edecek “politik fail” olmaya yeltenmeleri, tahammül edilebilecek bir küstahlık değildir.
En yakın çevre, sizi en çok sevenler dahi; “Canım söylediklerin doğru ama... Bu devirde... Bu üslup... Yanlış... Kendine acımıyorsun, bari çevrendekilere acı...”, “Meseleleri değiştiremiyorsan, meselelere bakış açını değiştir”, “Zaman sana uymuyorsa sen zamânâ uyacaksın; elinden ne gelir ki?” gibi zillet üreten ifadelerle “şahsiyet tavrı”nı itibarsızlaştırırlar. Artık her rezilliği anlayışla karşılayıp, cıvık ve zelil, kölelere mahsus bir hoşgörü tavrıyla itirazsız kabul etmek “olgunluk” sayılır. Oysa zilleti içselleştirip “estetize” etmek ve zilletle “gurur (!)” duyulmasını sağlamak, kapitalizmin en ince taktiğidir. Esasen, “Elinden ne gelir ki...” sözü sarf edildiği anda zaten kapitalizmin çekim sahasına giriyorsunuz demektir.
Reklam
Hakikati gözeten kişi, asla kalben kabul edemediği, doğruluğundan emin olamadığı başka birinin takdirine teslim olmaz. Teslim olsa, kendini var edemez; var saysa bile, çok önemsiz hisseder. Kendini önemsiz hisseden biri ise hiçbir zaman sağlıklı düşünemez. Kendine önem vermeyen ve başkaları tarafından da önem verilmediğini düşünen kişi, hiçbir zaman hiçbir şeye önem vermez.
Bir şahsiyet ve ahlâk inşa hürriyetiniz yoksa aslında hür değilsiniz demektir. Çünkü şahsiyet hürriyeti, bir iç hürriyetidir ve diğer hürriyetler onun gölgesinde teşekkül eder. Bu anlamıyla şahsiyet, “Hakkı hakk bilip hakka ittiba, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan içtinâb” hürriyetidir. Bu itibarla, şayet şahsiyetiniz yani “ahlâkınız” yoksa, bütün hak ve hürriyetleriniz anlamsızdır ve aslında tehdit altındadır. Bu tehdit, öncelikle şahsiyetsizin kendisinden gelir; şahsiyet yoksunluğu “kişi”yi her bakımdan tahrip eder. Kaldı ki bir şahsiyetsizin özgürlüğü, yalnızca bireysel anlamda değil toplumsal planda da ahlâksızlığı inşa eder. Bu itibarla şahsiyetsizlik, sadece sahibine değil topluma karşı da yöneltilmiş bir tehdittir.
Fanatik veya mutaassıp, bir şahsiyet malulüdür. Lâkin bu endişenin insanı şahsiyet sahibi kılan inançları, kanaat ve bilgileri yani “imân” ve “itikad” da tehdit etmesi, tam da “gavura kızıp oruç bozmak”tır ve kapitalizmin aradığı fırsatlara kapı aralamaktır. Zira kapitalizm, “pazar”ın şartlarına tâbi tüketici fertler ister. Doğrusu, kapitalizm, 20. yüzyılda hayata geçme şansı bulan “bazı” fanatizmlerin sebep olduğu inançsızlık dalgasının ortaya çıkardığı fırsatları çok iyi kullandı. İnsanı “tüketim” ve “meta” iptilâsından uzaklaştırma ihtimali olan bütün kanaatleri, “dogmatik” veya “totaliter” fanatizmler olarak ilân etti. Bu ilân o kadar etkili bir üslupla yapıldı ki, herhangi bir konuda küçük bir kanaate sahip olmak dahi, istenmeyen bir sıfatla “yaftalanma” ve itham riskini beraberinde getirdi. Bu “itham tedhişi” altında insanlar, hiçbir konuda kanaat izhârına “cesaret” edemez hâle geldiler. Bu cesaretsizlik ve doğrusu iradesizlik içerisinde güncel ve popüler hâkim kanaatlere (!) iştirak ederek, fikirsiz, itikatsız ve ilmihâlsiz bir şekilde, sözüm ona modemnleştiler. Oysa bir ilm-i hâle ve akaide dayanmak, insan olmaktı; hâlâ da öyle...
Artık insanların toplumdaki statülerini tayin eden şey, tüketim miktarı ve şeklidir.İnsanlar, birbirlerinin ürettikleriyle değil tükettikleriyle ilgilenmektedir.
Sayfa 168Kitabı okudu
Reklam
İnsanlar, ihtiyaçlarını unutarak isteklerini ön plana koymuşlardır.
Sayfa 168Kitabı okudu
Âlemdeki her şey, şöyle veya böyle bir yolunu bulur,gelir,bir insana takılır,süzülür, geçer.Ve insan, dünyadan geçer.
Sayfa 156Kitabı okudu
Zaman geçer biz göçeriz.Geriye ne kalır ve acaba ne kadar kalır? Zamanın elinden kurtarıp hayatın içine bıraktığımız şeyler,bizden sonra ne kadar yaşar? Nasıl yaşar?Bizden kalan şeyler bizi ne kadar anlatır.Asıl önemlisi nasıl anlatır ve onları kim dinler? Kim anlar?
İnsanın "insan" olmaktan başka doğuştan getirdiği hiç bir zenginliği yoktu.
Sayfa 126Kitabı okudu
83 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.