Ali Rıza Bey daha ilk günden beri bütün fenalığın gelinleri Ferhunde'den geldiğini biliyordu. O olmasaydı evi bu hale gelmez, çocukları bu kadar bozulmazdı. Sonra Şevket'in hırsızlık etmesine, hapse girmesine de o sebep olmuştu.
Ne yapalım, burada hiç olmazsa doya doya uyuyor, eski yorgunluklarının acısını çıkarıyor... Evdeki gibi "para!" diye boğazına sarılan yok, ayakta duracak halde değilken, "Haydi düş önümüze... Sosyeteye, dansa gidiyoruz" diye zorlayan yok.
Çocuklarının arasında en çok bana güveniyordun. Halbuki en büyük tekmeyi benden yedin zavallı babacığım. İhtiyar günlerinde sana yardım etmeyi ne kadar isterdim. Yazık ki olmadı. Bir kere nasılsa ayağım kaydı, bir daha kendimi toparlayamadım. Evlenmek benim gibi adamın nesineydi? İşin asıl şaşılacak tarafı hepimizin nasıl bir uçuruma yuvarlandığımızı pekâlâ gördüğüm halde bir türlü bir şeyler yapamıyordum. Hani uykuda insana ağırlık basar, her şeyi anladığı, bir gayretle silkinip kalkmak istediği halde parmağını bile oynatamaz. Tıpkı öyle oldum. İnanır mısın baba. Hiçbir şeyin farkında değil gibi göründüğüm halde her pisliği görüyordum. İlle seninle göz göze geldiğim zaman ne utanıyordum. Kendi kendime ne lanetler ediyordum, bilmezsin...
Demek hastalığı daha ağır da olsa yine kimse onu arayıp sormayacak, evde bu kadar insan olduğu halde gurbette, han köşesinde hastalanmış gibi yalnız ölecekti.