Belki de insanların başındaki en büyük lanet de bu: Asla birbirimizi tanıyamamak. Verilen sözler ve yapılan iyi işleri zihnimizde iyi bir insanın en yüce vasıfları olarak anıtlaştırıyoruz. Tıpkı adına tapınaklar inşa edilen, ama asla ortaya çıkmayan tanrılar gibi...
Ebeveynlerimizin başımızın üstündeki güneş, ayaklarımızın altındaki toprak gibi değişmez, sonsuza dek yanımızda olacak olan güvenilir nesneler olduğunu düşünürüz. Hayatımızdaki her şey tepetaklak olduğunda, kim güneşin alevler saça saça denize düşmeyeceğine kefil olabilir ki?
İnsanoğlu geçmiş günahların acısını masumlardan çıkarmayı ve bize karşı suç işlemiş olanların suçlarını tekrarlamayı adet haline getirmiştir. Bu duygulardan yola çıkarak, intikam hissiyle dolup taşan insanların eline düşen masumlar da sonsuza dek acı çekmeye mahkumdur.
Erasmus Gray'in zihni yok olmuştu; zihnini muhafaza eden beyniyse mısır patlağı misali önemsiz bir şey gibi suyun yüzeyinde yüzüyordu. Hangi beyin parçası arzularını barındırıyordu, Erasmus Gray? Hangisi onurunu taşıyordu? Ah, insanoğlunun giyinip kuşanması ne de saçmaydı! Biyolojik özelliklerimizden çok daha fazlasına sahip olduğumuzu düşünmemiz küstahlık değil miydi?
Hayır, Will Henry, bizim düşmanımız korku. İnsanın gözlerini kör eden, tüm mantığını devre dışı bırakan korku. Korku gerçekleri ve kanıtları örtbas eder, yanlış hipotezlerde bulunmamıza ve saçma sapan hükümlere varmamıza neden olur.