Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Dünya'da ve Türkiye'de Post-Modern Gericilik

Yeni Muhafazakarlık Neo-Conlar

Merdan Yanardağ

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Asla değişmez.
Çünkü bilinir ki, gücün doruğuna ulaşılan an, aynı zamanda inişin de başladığı noktadır.
Bütün olay tam da bu.
Muhafazakârlar dini, toplumu birleştirici bir istikrar ve otorite aracı olarak vazgeçilmez sayar. Dini, kapitalizmin gelişiminin önünde bir engel olmaktan çıkarır ve hatta onu kapitalizmin gelişimi için bir güce dönüştürmek ister.
Reklam
“... Ancak verilen özelleştirilmiş bir özgürlüktür.”
Rand Corporation’da araştırmacı olarak çalışan ve Pentagon’a danışmanlık da yapan Albert Wohlstetter, Türkiye’de de görevlendirilen birçok CIA ajanının hocalığını yapmıştı. CIA Ortadoğu istasyon şeflerinden Paul Henze (1924-2011) ve 19 Ocak 1969’da ziyaret ettiği ODTÜ’de devrimci öğrenciler tarafından arabası yakılan ABD’nin Ankara büyükelçisi Robert Commer (1922-2000) bunlardan birkaçıydı. Daha önce Vietnam’da görev yapan Commer, katliamlardaki rolü nedeniyle “Kasap” lakabıyla anılıyordu.
Demokrasi? Özgürlük? İşgal ... Tabi.
Yeni emperyalist saldırganlık, küresel yağma ve hegemonya için öyle bir siyasal gerekçe ve tarihsel arka plan kuruluyor ki, ABD sanki hiç istemediği halde demokrasi, özgürlük ve iyi olan ne varsa onların adına bütün insanlığın sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalıyor. Bu görev adeta üzerine yıkılıyor. Örneğin Irak’ı hiç istemediği halde “mecburen” işgal ediyor!
Muhafazakârlık, oturmuş burjuva devlet ve toplum düzeninin gelenekten ve yerel olandan alınan güçle savunulması anlamına da geldiği için, yeni kutsallar yaratır. Bu durumda “devlet” ve “millet” gibi olgu ve kavramlar muhafazakârlığın yeni kutsallarını oluşturur. Muhafaza etme refleksi, onu “otorite” yüceltimine götürür. Muhafazakârlığın bu yanı, aynı zamanda onun milliyetçiliğe açılan kapısıdır.
Reklam
Bilmiyordum ..
Yeni muhafazakârların desteklediği George W. Bush, aslında Kasım 2000 seçimlerini kaybetti. All Gore karşısında yaklaşık 600.000 daha az oy aldı. Bu büyük bir sayıydı. Ancak, iki dereceli olan Amerikan seçim sistemi nedeniyle başkan olabildi. Bu sisteme göre, her eyalette önce başkanı belirleyecek delegeler seçiliyor. Bir eyalette delegelerin tamamını ise yüzde 50’den fazla oy alan parti çıkarıyor. Daha sonra bu delegeler başkan olacak kişiyi seçiyor. Delegeler, bağlayıcı bir kural olmamakla birlikte, kendi partilerinin adayına oy veriyor. (ABD başkanları çok güçlü yetkilerle donatıldığı için, bu yöntem istenmeyen bir kişinin “kaza” sonucu başkan olmasını önlemek için geliştirilmiş.) Yani sanılanın aksine, ABD’de halk başkanı doğrudan seçemiyor. İşte George W. Bush toplamda daha az oy aldığı halde, daha çok eyalette delegelik kazandığı için başkanlık koltuğuna oturdu. Amerikan tarihinde bu durum ikinci kez yaşanıyordu. Ancak, bu da kolay olmadı; sonucu tayin edecek Florida eyaletindeki oylar karşılıklı itirazlar sonucu tam üç ay açıklanamadı. Demokratlar hile yapıldığını öne sürüyorlardı. Tesadüfe bakın ki, bu eyaletin valisi George W. Bush’un kardeşiydi. Sonunda kararı mahkeme verdi; George W. Bush yaklaşık 300 oy (evet sadece üç yüz oy) farkla Florida’da seçimleri kazandı. İptal edilen oylar ise yaklaşık 70.000 kadardı. Amerikan tarihinde ilk kez bir mahkeme ülkenin yeni başkanını belirliyordu.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.