Nişan denilen şeyin Abdülhamid devrinde ne kadar ayağa düştüğünü o gün anlamıştım. Nişansız, madalyasız adam, hemen hemen yok gibiydi. Koşum dizgini kullanmaktan eli nasır tutan arabacıbaşı ile üstü başı o dakika gübre kokan at uşağının da göğüslerinde Osmanlı devletinin iki nişanı sallanıyordu.