Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Deliliğin Resimli Sivil Tarihi

Yuvasız Kuşlar Gibi

Cemal Dindar

Yuvasız Kuşlar Gibi Gönderileri

Yuvasız Kuşlar Gibi kitaplarını, Yuvasız Kuşlar Gibi sözleri ve alıntılarını, Yuvasız Kuşlar Gibi yazarlarını, Yuvasız Kuşlar Gibi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
o kadar doğru ki...
Hemşirelik okulunda öğretmen bir arkadaş yakınıyor: " Urfa'da iki şey çok zor; kadın olmak, bir de vejeteryan!"
Yurtsuz Yuvasız kuşlar gibi... "...gitmelerin, yeni mekanlar edinmeye yol almaların vaktidir."
Sayfa 222
Reklam
Hemşirelik okulunda öğretmen bir arkadaş yakınıyor: " Urfa'da iki şey çok zor; kadın olmak, bir de vejeteryan!"
Sayfa 219
Bir seyirlik ömür...
İçimde insana dair, Ali Veli, Ayşe Fatma değil, hani tür olarak insana dair inanılmaz bir güvenle 'yaşadığıma fevkalade memnunum'...
Sayfa 214
Seçilmişin erk/sel haklılığı..
"... Öyle ya verilen oylarla çoğunluğun adam harcama yetkisi evden birine teslim edilmektedir, o evde... yetki /otorite devri sorunu, bunun mekanizmaları...faşizmin vaat edilmiş topraklarına hoş geldiniz sayın seyirciler."
Sayfa 208
Geçmişten günümüze muska...
Muskaların kökenini Sümer'de bulmamız şaşırtıcı değildir. Hastalıklara, onların nedenlerine yönelik koruyuculuklarını çokça aşan işlevleri vardı bu eşyaların. Her birinin sihirli olduğuna, taşıyana mana, tanrısal güç verdiklerine inanılırdı. Başlangıçta ikili işlevleri vardı: Öncelikle mühürdü; nesnelerin üzerindeki bir balçık parçasına sihirli işaretler taşıyan taşlar basılır, böylece nesneye tabu konulurdu; mührün sahibi, ki bu sıklıkla tapınaktaki ambarlarının başındaki rahiplerdi, gücünün bir bölümünün nesneye aktarır, bir anlamda ürünün mülkiyet hakkı da belirlemiş olurdu. Aynı işlev, kölecilikten geçip bugüne kadar rahiplerden şıhlara uzana rol ağacağıyla aktarıldı. Şıhlar da, eninde sonunda temsilcisi oldukları güçler adına yazdıkları muskalar ile kişiyi koruma altına almakta, gücünü aktarmaktadır.
Sayfa 196
Reklam
Askere gidip de akıl hastalığı iyileşen var mıdır?.. Bilmiyorum... 22-27 Ekim 2002 tarihleri arasında Marmaris'te 38. Ulusal Psikiyatri Kongresi düzenlendi. Servet Ebrinç'in sunumundan aktarıyorum: "Askerlik görevini ilk başlayanlarda ilk haftalar ve aylar içinde uyku bozuklukları, sıkıntı, umutsuzluk, çaresizlik, somatik yakınmalar ve duygusallıkta artış sık görülür. Uyum güçlüğü ve bozukluğu olarak nitelendirilebilecek olan bu yakınma ve bulgularla revire ve psikiyatri polikliniklerine gönderilen acemi eller sıklıkla "durumsal anksiyete, reaktif depresyon konversiyon ve somatizasyon" tanıları alırlar. Bazen de 'paranoid ve psikotik tepkiler' gibi daha ağır tablolar ortaya çıkabilir, 'bedenine zarar verme, dissosyatif kaçma( psikojenik füj), öz kıyım düşünceye ve davranışları' gözlenebilir.
Sayfa 174
Freud, kitli psikolojisinde anlatmıştı; kilise ve ordu bir yapay kitleler olarak, bekalarını ürettikleri otoriteye borçludurlar. Otoritenin kendisi de yapaydır ve bunu aşmak için sıklıkla bedenlere yönelir... Örneğin kıyafetin düzgünlüğü, bu yönelişlerden biridir. Bu yanıyla düşünürsek, toplumların bile kitleye dönüşmesine reel olarak orduyu (ve kiliseyi) aşan, yine de onu model alan birçok pratik vardır. Örneğin okul! Hem tüm dünyaya sirayet etmiş olan eğitim modelinin eninde sonunda kilise kaynaklı olduğu eğitici ile rahip arasındaki çizginin zaman zaman belirsizleştiği kesindir. Ortak duyuda okul özellikle bir işe yarar; kişiyi adam eder. Bu adam olmanın çerçevesine saygınlık girer, sınıf atlama girer, kariyer girer.. Ordu için de aynı kabul, belki de daha fazla bir şiddete paylaşılmaktadır.
Sayfa 173
Bir dadşın düşü...
Bir hasta yakını ile bir akıl hastasının sohbeti: "Nerelisin?" "Erzurumlu." "Öyle mi?... Çalışıyor musun?" "Evet!.." 'Evet' yanıtını alan 'isguç sahibi vatandaş ' yanındakilere dönüp : "Çalışıyormuş" der ve hep birlikte gülerler... Sonra hastaya tekrar dönüp sorar: "Nerede çalışıyorsun?" Hastanın yanıtı....ah bu duzenbozuculuk işte: "Bir dadaşın düşünde..." olur.
Sayfa 164
Akıl Hastalığı Miti adlı kitabında Thomas Szasz şöyle der: "Psikiyatride kişilerin hastalık belirtilerinin bile isteye ortaya çıkardıkları yapay bozukluk diye bir kategori var, yeni kişilerin belirli bir kazanç sağlamak, örneğin askere gitmemek için hastaymış gibi davrandığı ya da var olan hastalığını bilerek abartı simülasyon diye başka bir kategori var... O yüzden mevcut psikiyatride sınıflamanın, dolayısıyla da uygulamanın yükseldiği zeminin yapaylığı ile ilgili en iyi işaret de bu... öyle "bilimsel" bir çıkarsama ki; taklidinin de taklit olduğu hastalıklar vardır..
Sayfa 161
Reklam
Travma, öyle görünüyor ki psikiyatrinin mevcut yapısının aşılacağı alan olacaktır. Psikiyatri Bu durumun farkındadır. Birkaç açıklama modeli ile de bu açmazdan kurtulmaya çalışmaktadır. Bunlardan biri; etiyoloji, yani hastalıkların nedenleri ile ortaya çıkarıcı tetikleyici olaylar arasında bir ayrım yapmak. Bu ayrım gerçekliği anlamaktan çok, mevcut psikiyatri paradigmasına uygunluğu ile işe yaramaktadır. Deyim yerindeyse bir dikotomi yaratarak gerilimi azaltmaktadır; biyolojik etkenler etiyolojik "ajanlar" olarak bilincin önemle sınıflandırılırken, toplumsal etkenler tetikleyici olarak ikinci önemle kataloglanmaktadır. Böylece, zaten ideolojik yükü bir hayli fazla olan psikiyatrinin mevcut sistemle çatışmaları en aza, uyumluluğu optimuma yükseltilmektedir. İkincisi; bozukluklar arasında geçişkinliklerden söz edilmektedir.
Sayfa 160
Doğaya dönüş miti, ormanın derinliklerine, öteye, karanlığın ve seslerin artık tehdit oluşturmaktan çıkacak denli koyulaştığı yere, güvenin; yılanların akreplerin insanın koynunda dolaştığı anda bir fıskiye gibi göğe yükseldiği iklime, korkunun korkarak yenildiği saflığa... her şeyin, herkesin, insanla insanın, yılanla akrebin, doğayla insan bedeninin barışa erdiği yere... işte hepsi kayıp cennet... ütopya... ve nihayet her duaya dönüş metinde olduğu gibi... ana rahmine dönme arzusu... doğmuş olmaya behbat bir ilenme, bir hayat lanetlenmesi de denilebilir, dünyanın doyurucu gövdesine yerleşme arzusu, bir hayat özlemi de... bütün cennet tasavvurlarından önce bir araf tüneli boşuna mı ? Hepimizin sığınacak bir liman, bir kovuk bir mağara aradığı bu hayatta o kovuktan yılanların akreplerini çıkartılmasına bir ömrü adamak... yine de hayat işte; o buruk tat; nice rüzgarlardan geçtikten sonra bir tünele girdiğinde kulaklarında duyduğun uğultu,her şey yapay bir derinliğe sahip...."
Sayfa 153
Nazım'ın bir şiirinden... "Hiçbir şey dindirmez iç sıkıntımı Memleketimin tütünü ve türküleri gibi.."
Sayfa 135
Dünyaya nasıl bakarsanız, dünya size öyle görünür.
Sayfa 127
Gece, geçmişi dirilten vakittir. Bütün efsanelerin masalların insana "tesir" ettiği büyülü zaman. Ateşin başında nenelerimizin anlattığı masallar..
Sayfa 119
31 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.