Kimseye şifa verecek takatim yok, vicdan ve merhamet açısından kimseden üstün değilim.
Bana şifa verecek her hikmetin, bir inci avcısı gibi peşinde olmakla tamamlanıyor ömrüm…
Bak ne diyor Stefan Zweig:
“ Hayır, sağlamları, kendine güvenenleri, gururluları, neşelileri, sevinçli olanları sevmenin anlamı yoktu; onların ihtiyacı yoktu buna. Bu gibiler sevgiyi sanki kendilerine ödenmesi gereken bir borçmuş gibi, yukarıdan bakarak, umursamaz bir halle kabul ederler. Bir insanın kendisini vermesi, onlar için gelişigüzel bir olay, saçlarına taktıkları bir süs, kollarına geçirdikleri bir bileziktir sanki.
Ancak kaderin tokadını yemiş, kendine güvenlerini yitirmiş, hor görülmüş, çirkin yaradılmış olanlara sevgi gerçek bir destek olur. Yalnız böyleleri bilir sevmeyi, sevilmeyi; şükran duygularıyla, alçak gönüllülükle sevmek gerektiğini ancak onlar bilir.
Çinliler: “ Akıllı bir adam yalnız kendi tecrübelerinden, daha akıllı bir adam başkalarının da tecrübelerinden yararlanır.” demişler. Sen bu sözün neresindesin?
Sevgili dost , ben bu kitabı lisede öğretmenimiz okuyun diye ödev verdiği zamanlar kapılarımın çok kapalı üzerinden kilitli olduğu zamanlarmış -okumakta zorlanmıştım -şimdi dönüp baktığımda öyle gördüm içimi .. kapılar açık olacak ki içeriye girsin bir yer edinsin .. okunsun bu kitap yazık olmasın, çok alıntım var mümkün değil hepsini paylaşamam he kaldı ki herkesin alıntısı başkadır, keyifli okumalar
Halbuki sevgi, ayrık otları gibi rastgele büyümemeli kalbimizde. İtinayla seçilmeli toprak; ağacı görmek istediğimiz yere ekilmeli tohum. Çünkü toprak tohumun kıymetini bilirse izin verir dışarıya çıkmasına.
Sevgili Dost,
Kulaklar işgal altında. Bu yüzden kelimeler yere dökülüyorlar.
Ağızların kapıları kırık. Bu yüzden kelimeler ayağa düşüyorlar.
Bu söz yığınlarını kim kaldıracak?
Kimbilir hayatımızda kaç kez; “Nasıl da tanıyamamışım!” demiş, kaç kez ince buz tabakasına aldanıp üzerinde yürüdüğümüz gölün soğuk sularında bulmuşuzdur kendimizi.
Mutluluk bir seyahat şekli olması gerekirken, bir türlü ulaşılamayan hayali istasyonlar haline geliyor. Yüzlerimiz, hüznün yüzlerce elbisesinden hangisini seçeceğine bir türlü karar veremiyor. Aynı hava sıcaklığında bir gün üşürken, bir başka gün terleyebiliyoruz. Bir gün kahkahalarda güldüğümüz bir espiriye, bir başka gün tebessüm etmekte zorlanıyoruz.
O halde “bizi mutlu kılan şey şartlardan çok, ruhumuzdur.”
“Sabah sabah insanını denedim dünyanın
Cimrilikle dolu deriler yürüyordu
Başka bir şey göremedim
Sonra kanaat kınından bir kılıç çektim
Keskin tarafıyla onlardan
Ümitlerimi kestim”
İmam Şâfiî