"cinayet ve gasp dediğiniz şeylere savaş ve fetih denir, insanlık tarihinin ve büyük imparatorlukların en şanlı sayfaları bunlarla doludur. Özellikle, iri Pengueni suçlayarak onun mülkünün kaynağına ve hukukuna saldırıda bulunuyorsunuz. Bunu size kolayca kanıtlayabilirim: Toprağı ekmek bir şeydir, ona sahip olmak başka bir şey. Bu ikisi birbiriyle karıştırılmamalıdır. Mülk konusun da, ilk işgalcinin hukuku belirsiz ve temelsizdir. Oysa, fetih hakkı sağlam temellere dayanır. Tek saygıdeğer hukuk budur, çünkü kendini saydırmasını bilir. Mülkiyetin tek ve şanlı kaynağı güçtür. İşte bu yüzden mülk sahibi olana soylu denir. Çiftçiyi öldürüp tarlasını alan bu kızıl saçlı yiğit, bu toprak üzerinde ilk soylu hanedanı kurmuş bulunuyor
"Gümrü bölgesi Ermenileri Taşnak subayını düşmanca karşılamış ve hatta birkaç defa Türklere teslim etmeye kalkmışlar. Birçok köyde halk tepkili ve askeriyeyi düşman olarak görüyor. İlhiab ve Kapanak köylerinde kızıl bayraklar çekilmiş (...) Subayım, M. Kapanak köyünde Selçan Ermenilerinden oluşan atlıların eşliğinde Türk süvari devriyesiyle karşılaşmış. Türkler, ekmek ve tuzla karşılanmış. Köylerde kadınlar kazanlarda yemekler hazırlamışlar. Subayım, yemeği kimin için hazırladıklarını sorduğunda şöyle cevap vermişler: 'Tabii ki Türkler için, sizin için değil.' "
Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;
Suçumuza, duamıza önem vermeyen;
Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık;
Umudumu rahmetine bağlamışım ben
Büyükse de isyanım, kötülüklerim,
Yüce Tanrı' dan umut kesmiş değilim;
Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın
Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.
Tanrım bir geçim kapısı açıver bana;
Kimseye
Garson Bey'in de keşfettiği ve gözlerini kısarak bakmayı tercih ettiği boşluk, daha epeyce masanın üstünde asılı kalacakken bir bölümü Ağa Camii'nin akşam ezanını hızlıca okuyan müezzini tarafından dolduruldu. Neyle giriş yaparsak yapalım, o sözcüklerin bu boşlukta kendilerine bir yuva bulamayacaklarını biliyorduk sanki. Kapıdan sekiz on
Kızıl bayrakların altında 90 bin kadın, hiçbir kanlı olaya neden olmadan "Ekmek İstiyoruz"u tüm St. Petersburg'a kazıyarak dağıldılar. Dağılmaları da tıpkı geldikleri gibi vakur ve korkusuzdu.
Oysa biz basit insanlarız. Ve ölümlü. Yaşamayı ve baharı bu yüzden severiz. Doğan her şeye inanırız. Çocuklara, güneşe, bize düşler sunan ayışığına. Sevdiğimiz kadının boynunu okşamak isteriz ve çocuklarımızın. Günü, kızarmış bir ekmek gibi tazeyken bölüşürüz ve akşamın kızıl tüyleriyle gelip sabahın yumurtaları üstüne yumuşacık oturmasını severiz. Şarap, acılarla da mayalanmış olsa sarhoş eder bizi. Ve çocuklarımıza ekilmiş toprak kadar gerçek bir gelecek bırakmak isteriz.
Kalabalıkta ardından koşup yetişince ona,
ulu can Tydeus'un oğlu hız aldı,
sivri kargasıyla atıldı öne,
vurdu onu elinin ayasından.
Kargı giriverdi derinin içine,
deldi Kharitlerin isledigi rubayı,
aktı tanrıçanın avucundan tanrısal kan,
hani şu mutlu tanrılarda akan öz,
ekmek yemez, kızıl şarap içmezler,
kanları yoktur mutlu tanrıların,
bu yüzden ölümsüz derler onlara.
Koca bir çığlık attı Aphrodite, oğlunu yere düşürdü, Phoibos Apollon aldı onu ellerine,
çevik atlı bir Adgoslu vurup da almasın diye canını
sardı onu koyu bir bulutla.
1914 yılı sonlarında, Ermeniler silâhları ile birlikte gruplar halinde Osmanlı ordusundan firar ediyorlardı. Muş vadisinde özellikle Çarıklı Manastır, Kızıl Manastır ve Arak(Kepenek) adı ile adlandırılan yerlerde cinayetler işleniyordu. Ermeni piskoposu ve Taşnaklar; katilleri, cinayet işlemeleri ve haydutluk yapmaları için teşvik ediyorlardı.
Çocuklar geldi ve adamların göğüslerindeki nasırlara dokundu. Adam gülümsüyordu, ekmek paralarını böyle kazanıyorlardı işte. Ne de olsa insan yaşamak için bir iş yapmak zorundaydı.