bir gün bir köye bir hırsız dadanmış. koyun, keçi, tavuk, yumurta, don, iplik, gücü neye yeterse çalıp götürüyormuş.
köylüler gündüz gözlerini dört açmışlar, gece nöbete kalmışlar, ama bir türlü hırsızı yakalayamamışlar.
hırsızın nasıl olup da kimseye fark ettirmeden bunca şeyi alıp götürdüğünü hiçbirinin kafası almıyormuş.
köyün delikanlıları bir olmuşlar, köyün civarında hırsızın peşine düşmüşler. aramışlar, taramışlar ama izine rastlamamışlar. akşam gün batarken geri köylerinin yolunu tutmuşlar.
o gün de epey bulanık bir günmüş. hava da pek sisliymiş. köylerine yaklaştıklarında caminin minaresini görememişler.
“eyvah!” demiș içerinden safça biri, “biz yokken hırsız minareyi de çalmış götürmüş.”
“yav saçmalama” demiş öteki, “koca minareyi nasıl çalsın, nereye saklasın?”
“belki kimse görmesin diye bir kılıfa sokmuştur” demiş saf delikanlı.
ötekiler gülmüşler. “yahu bu kadar büyük kılıfı nasıl hazırlayacak?” demişler.
“valla onu da ben mi düşüneceğim?” demiş saf delikanlı, “minareyi çalan kılıfını hazırlar.”
***
işte böyle, şeytana uyup da suç işleyen biri kabahati ortaya çıkmasın diye kolunu paçasını sıvayıp gerekli hazırlığı önceden yapar.
selcen yüksel arvas - atasözleri ve hikâyeleri (105) (carpe diem)