“Bir milleti yok etmek
isterseniz askerî istilâya
lüzum yoktur. Ona
tarihini unutturmak,
dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla mânevî değerlerini,
ahlâkını soysuzlaştırmak kâfîdir.”
- Peyami Safa/
Kitap incelemelerinin yanında çok kitabını okuduğum yazar incelemeleri (araştırmalarım değil yorumlarım doğrultusunda) yapmak mantıklı geldi ve "Okur'uyuz Yazar'ın" adlı bir seri oluşturmak istedim. Bu seriyi de en sevdiğim yazar olan
Peyami Safa'yla başlatıyorum.
Psikolojik tahliller, dış görünüş betimlemeleri ve diyalektik
Edebiyat öğretmenimin naif bir kitap diye bahsetmesi üzerine okudum. 15 yaşındaki genç bir çocuğun bir hastahane koğuşunda çektiği ızdıraplar, baş ettiği hastalıklar üzerinden ilerliyor kitap. Yalnız hastalık değil, aşk ve boş ümitlerden çektiği ızdıraplar; asıl canını yakan. Başkahramanın iç dünyasına girerek yaşadıklarının ne fena olduğunu daha iyi anlıyorsunuz, hem ümidin hem de ümitsizliğin bir insan üzerindeki yansımasını görüyorsunuz.
Peyami Safa bir mülakatta şöyle diyor: "Varlığa mana veren insan değildir, insana mana veren varlıktır. Şüpheci zamanlar da dahil daima milliyetçi ve insancı oldum. Allah'tan şüphe ettiğim zamanlar bile onun varlığı imkânını reddetmedim."
(Hayat Mecmuası, 1957)
Daha gençsin. Daha gençsin.” Bu sözü, bana ilk defa söylüyorlardı. Daha daha… Ne korkunç edattı bu! Biraz sonra, bunun yerine “henüz” kullanılmaya başlanacaktı. “Henüz ihtiyarlamamışsın. Henüz o kadar ihtiyar değişsin.” denilecekti.
Nasıl diyeyim...
İçinde yaşadığımız ev gibi olmalı,
Vatan GİBİ olmalı, ona alışmalıyız, bağlanmalıyız, köşesini bucağını gayet iyi tanımalıyız,
HER NOKTASINA HATIRALARIMIZ KARIŞMALI.. değil mi?