s

Sorguluyorum

İnsanoğlu Ay'a Çıktı mı, Dünya Yuvarlak mı
O kadar çok birbiriyle çelişen şey gördüm ki ve o kadar farklı sözler duydum ki artık hiçbir şeye inanmıyorum. Arkasında ruhlarının gizlendiği ince, sert görünümlü aşınmış nesneler gördü bu gözler. Şu anda somut şeylerin varlığından bile şüphe duyuyorum, açıkçası bütün gerçeklerden şüphe duyuyorum.
Niye?
Çok aptalca görünebilir ama nedense ara sıra sütannemin aile fertlerinin yaptıklarını düşünürdüm aylak aylak. Nedense, diğer insanların yaşantıları, mutlulukları bana iyi gelmiyor tam tersine kusacakmış gibi hissediyordum. Kendi yaşamımın da yavaş yavaş ama acı içinde tükendiğinin farkındaydım. Öyleyse neden etrafımdaki ahmakların özel yaşamlarına kafayı takıyordum. Her zaman sağlıklı ve zinde, iyi beslenen, iyi uyuyan, iyi sevişen bu ayaktakımının yaşantılarıyla ilgilenmem için herhangi bir sebep yoktu aslında. Üstelik onlar benim yaşadıklarımın zerresini yaşamamış, ölümün her dakika suratlarına kanat çırpışını hissetmemişken...
Reklam
Bence yanlış...
Ama dediğim gibi, iş işten geçmişti. Kalbim Rumi'nindi ve ben Müslüman olacaktım. Ne pahasına olursa olsun.
Ömür boyu yemek yiyen insanoğlu, acıkmayı sona erdirebilmiş midir? Hayat boyu su içmiş hangi insan, susuzluğu yenebilmiştir? Doğduğundan beri nefes alan insan, nefes ihtiyacını sona erdirebilmiş midir? Hırsla peşinden koştuğunda malı mülkü olur insanın; ama bu onun mal ve mülke olan açlığını arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Elde ettiği başarılar, başarıya olan şehvetini arttırır. Eriştiği her koltuk, ondaki makam arzusunu azdırır. "Kavuştum" sandıkları, onlara olan açlığını daha da kamçılar. İnsan dünyada doyumsuz bir varlıktır. Tanıştığı her tatmin bir başka arzuyu tetiklemektedir.
Bir kitap düşünün ve onu bir milyon insan okumuş olsun. Kitap tektir, bir milyon insan da aynı şeyi okumuştur. Ama o bir milyon insanın her birinin içine başka bir şekilde düşmüştür o kitaptaki hikâye. Bir hikâye bir milyon hikâyeye dönüşmüştür. Çünkü her okurun içi başkadır ve bir hikâye sayfalarda değil, ancak okurun içinde hayat bulur.
Söylediğim gibi bir aydınlık girmişti içime. Beynimdeki her düşünce yerli yerindeydi. Her düşüncem, küçücük hücresinde, gece yarısında hapisten kaçmayı bekleyen tutuklular gibi giyinmiş, kapının arkasında hazır duruyordu· Ve her düşünce parıl parıl, kesin ve yanlış anlaşılması imkansız bir hayaldi. Alkolün duru ve beyaz ışığı beynimi aydınlatıyordu. Bir gerçeği söylemek krizine tutulmuş olan John Barleycorn kendisi hakkındaki en esaslı sırları ortaya döküp duruyordu. Ben onun sözcüsüydüm sadece. Geçmiş hayatımın anıları, büyük bir geçit törenindeki askerler gibi düzenle geçip duruyorlardı. Canımın istediğini seçebilirdim içlerinden. Düşüncenin hakimi, sözlerimin ve tecrübelerimin bü­tünlüğünün efendisiydim. İstediğimi yanlışsız olarak seçecek ve gösterimi yapacak yeteneğim vardı. John Barleycorn, zekinın kemirici kurtçuklarını harekete geçirip gerçeğin ölümcül sezgilerini fısıldayacak insanı aldatır, gününün tek düzeliğini altüst ederdi.
Reklam
Dünyanın bin sene mes'udâne [mutlu] hayatı, bir saat hayatına mukabil [karşılık] gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline [güzelliğini seyretmeye] mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Bir işi, arabası, evi ve onu ölünceye kadar idare edecek sabit bir geliri olduğunda, yaşamdan beklediği şeyi elde etmiş sayar kendini insan. Oysa insanın fiyatı bu değildir. Uzayın uçsuz bucaksızlığına, zamanın bitimsizliğine, eşyanın sınırsızlığına bakıldığında insanın bu ucuz bedel karşılığında yaşam sürmesi kendini aşağılaması demektir. Mutluluk içerisinde geçen bin yıllık dünya hayatı, cennetin bir saatine karşılık gelmiyor ve cennetin bin yılı, cemalullahı müşahede etmenin bir saatine yetişemiyorken, bu büyük mükâfatlarla ilgilenmeyip, birkaç yetişkin oyuncağı karşılığında kendini dünyaya satabilecek bir varlık olmamalıdır insan.
Acaba şu vazife-i ubüdiyet [kulluk görevi] neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır; ve fütursuz [usanmadan] çalışırsın.
Bu zamanda kim neyi anlıyor
Şimdilik her şey yolunda gibiydi. Ama Jasper de aynen böyle dememiş miydi? Garip bir şeyler oluyormuş gibi hissetmeyeceğini söylememiş miydi? Ama Caine yine de, aklını kaçırmaya başlasa ya da bir tahtası gevşemeye başlasa, bunu anlayacağını düşünüyordu. Anlardı. Anlamalıydı.
Elbette bu iyiliği yapmalıydım, bir insandan başka ne beklenebilirdi ki, diye düşünmelidir insan. İyilik yapmak insanın asli görevi ve rutinidir. İnsan kendi rutiniyle nasıl övünebilir? Göz görmekle, kulak işitmekle, burun koku almakla nasıl övünebilir? Düşen bir insanı yerden kaldırmak, yalvaran birine el uzatmak insan için nasıl olur da övünme sebebi olabilir?
26 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.