"Yapmak zorunda olduğumu hissettiğim bir şeyi asla yapmam seninle. Seninle yaptığım her şeyi isti- yorum. Seni o kadar çok istiyorum ki, bunu sana ver- mekten başka bu isteğin tamamıyla nasıl başa çıkabi- leceğimi bilmiyorum. Bu yüzden otur," dedi ve elini ona doğru bastırdı. Sonra aniden durdu. "Fantezinin, benim sana oturmanı
Sayfa 180
Sermayenin Dünyası
Şehirleşme süreci hızlandı. 1880'lerde Londra nüfusunun üçte birinden fazlası şehre yeni gelenlerdi. 1900'e gelindiğinde Britanya nüfusunun dörtte üçü kasabalarda ve şehirlerde yaşıyor ve yalnızca on kişiden biri geçimini tarımdan sağlıyordu. Britanya uç bir örnekti. Almanya'da nüfusun üçte biri hâlâ tarımda çalışıyor ve pek çok sanayi işçisi, yüzyılın başında, şehirlerde değil de küçük kasabalarda ve sanayi köylerinde yaşıyordu. Fransa'da, 1950 gibi geç bir tarihte, halkın %30'u hâlâ toprağı işliyordu; bu oran Japonya'da %38'di. Birleşik Devletler'de bile (her ne kadar mekanizasyon bozkırları dönüştürmeye başlamış ise de) büyükçe bir çiftçi nüfus vardı ve 1940'lara kadar küçük kasabalarda yaşayanlar, büyük şehirlerde yaşayanlardan fazlaydı. Bununla birlikte bütün bu ülkelerde eğilim, Britanya örneğini izleme yolundaydı. Kilisesi, vaizi, eşrafı ve belki öğretmeniyle köy, geçmişte kalmaya başlıyordu. İnsanların bütün yaşam biçimleri dönüşüyordu.
Sayfa 371Kitabı okudu
Reklam
Cenâb-ı Hak hidâyeti bütün kullarına ni'met olarak ver- miştir. Bâzısına akılla vermiş, bâzısına da peygamberlerin di liyle... Bu sırra binaen, Cenâb-ı Hak: "Semûd kavmine ge- lince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar körlüğü hidâyete tercih ettiler." (Fussilet: 17) buyurmuştur. Binaenaleyh hidâyetin sebepleri, ancak, semavi kitablar. peygamberler ve akılların basiretleridir. Bunlar da insan- lara verilmiştir. Bunlardan ancak hased, kibir, dünya sevgisi. kalbleri körleten fakat gözleri körletmeyen sebepler insanı menederler. Bu sebeplerin zahiri gözleri değil de sadece kalb gözlerini kör ettiğine dair Cenâb-ı Hak buyurmuştur: "Ger- çek şudur ki, gözler, (görmemek suretiyle) kör olmaz. Fa kat asıl sinelerin içindeki kalbler (ibret gözleri) kör olur." (Насс: 46)
Cumhuriyet'e, yani 1930'lara kadar "Ege Denizi" diye bir deniz yoktu. O denizin ari Akdeniz'di. Osmanlı kaynaklarında ve mesela Barbaros'un hatıralarında bu denizin adı "Bahr-i Cezâir" diye geçer. Osmanlı haritalarında da "Adalar Denizi" diye isimlendirilir.
Sayfa 88 - MostarKitabı okudu
İttihat ve Terakki Cemiyeti
Bu cemiyetin tarihi 1890'lara iner . Sultan Abdülhami'di tahttan indirip Meşrutiyet ilan etmek ve devlet yönetiminde köklü değişiklere gitmek isteyen asker-sivil bir avuç aydın tarafından gizlice kurulmuştur.
Sayfa 107Kitabı okudu
Sevgili Cevdetçiğim,.. H. Z. Uşaklıgil Aylar yıllar geçiyor. Sanırsın ki dünyanın birer ucundayız. Eloğlunun aya gitmeyi tasarladığı şu zamanda, 500 kilometre aş­ maya gücümüz yetmiyor. Mektuplaşma işini de olağanüstü olay­ lara bıraktığımızdan, ölsek birbirimizden haberimiz olmayacak. Havada Bulut Yok'u alınca bir mektupla hem teşekkür edeyim, hem de kitap hakkında düşündüklerimi yazayım dedim. Hatta başladım yazmaya; bitirmek nasip olmadı. Araya acele bir iki iş girdi. Derken bir gün sokakta Ihsan'a rastladım. Akşamı bize gel­ di; gece kaldı. Konuştuk, dertleştik. Sana hasretimi biraz olsun böylece giderdim..
Sayfa 215 - Evrensel Basın Yayın 2007Kitabı okudu
Reklam
içini çekti, eğildi, ayakkabılarının bağlarını bağladı. Yol­ lara düşen toplantının gürültüsü uzaklaştı dağda. Domuz­ cuk, çocukları n saçma sapan taşkınlıkianna ayak uydur­ mak zorunda kalıp, kurban durumuna düşen bir babanın acılı yüzüyle denizkabuğunu aldı, ormana doğru yöneldi. Uçağın ormanda açtığı yaranın kargaşası içinde kendine yol ara dı.
Ardavirafname
l] Bir kez daha Çînvâd köprüsüne geldim. [2] Orada kötülerin ruhlarını gördüm. Ölümlerinden sonraki ilk üç gecede48 onların ruhlarına öylesine talihsizlikler, acı olaylar ve kötü şeyler gösteril­ mişti ki, dünyada asla o kadar kötülük görmemiş ve o derece sıkın­ tı çekmemişlerdi. [3] Kutsal Surûş ve tanrı Âzer’e sordum: “Bu ruh hangi insanın
Uzun Sözün Kısası: Zihninizi Eğitin
Bilimsel perspektiften bakılınca, bütün bunlar ne işe ya­ rıyacak diye sorulabilir. Dalai Lama'nın psikiyatrist Howard Cutler ile beraber yazdığı, The Art of Happiness (Mutluluk Sanatı) adlı kitabında, mutluluğun sabit bir karakteristik, asla değişmeyecek sınırlı bir biyolojik nokta olmadığını, bu­ nun yerine beynin plastik gibi yoğrulabilir
50 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.