aşık/lara acı çektiren,
yıldız bir gece hep vardı/neden/di
.
...şiir kitaplarında «yelda'nın» gözü uyku tutmayan, bitmek bilmez gecenin sona ermesini, güneşin doğup onları sevdiklerine
kavuşmasını bekleyen «aşıklara» acı çektiren,
yıldız bir gece olduğunu okudum.
.
İslam dininde en büyük saygıyı anne hak eder ki insan-
ların yaşamlarına da bu yansımıştır. Onca deliliği, sertliği
ve kabalığı olan biri bile annesine karşı çok saygılıdır. Anne
deyince akan sular durur. Herkesin karşısında el pençe di-
van durduğu, dünyaya aslan kesilen niceleri annelerinin ya-
nında süt dökmüş kedi gibi masum, halim selim olurlar.
Anneyi var edip yaratan Allah, kullarının gönlüne de on-
lara karşı sevgi ve saygıyı yerleştirmiştir.
Bu cemiyetin tarihi 1890'lara iner . Sultan Abdülhami'di tahttan indirip Meşrutiyet ilan etmek ve devlet yönetiminde köklü değişiklere gitmek isteyen asker-sivil bir avuç aydın tarafından gizlice kurulmuştur.
Geri kalan bem beyaz sayf a lara bakan insan, gökyüzünü hayal edebi lecek; sayf a ları çevirdikçe, gökyüzü parçalanacaktı za ten. Bir cümle söyleyebilmek için -o da çoğu kez ya lan-koca kitaplar yazılıyordu. En azından kapaklarına "Bu kitap bilmemkaçıncı sayfadaki o sarsakça cümleyi söyleyebilmek için yazılmıştır" diye bir not düşülebilir di. Böyle olmayınca, kitabın anlatmak istediği saçma lık yüzlerce sayfanın arasına gizleniyor; ne yazan ne de okuyan, bunca kalabalığın arasında aradığını bulabiliyordu.
Şayet, "Taat ve ibadetinin duyulmasından sevinmeyen bir insan yoktur, sevinmenin hepsi kötü mü, yoksa bázısı kötü ve bazı iyi midir?" dersen önce şunu deriz ki: Her sevinç mezmům değildir. Meserret (sevinç), övülen ve yerilen olmak üzere ikiye ayrılır. Makbul sevinç ise dört kısımdır:
MAKBUL OLAN MESERRET (SEVİNÇ)
Birinci kısmı:
Şehirleşme süreci hızlandı. 1880'lerde Londra nüfusunun üçte birinden fazlası şehre yeni gelenlerdi. 1900'e gelindiğinde Britanya nüfusunun dörtte üçü kasabalarda ve şehirlerde yaşıyor ve yalnızca on kişiden biri geçimini tarımdan sağlıyordu. Britanya uç bir örnekti. Almanya'da nüfusun üçte biri hâlâ tarımda çalışıyor ve pek çok sanayi işçisi, yüzyılın başında, şehirlerde değil de küçük kasabalarda ve sanayi köylerinde yaşıyordu. Fransa'da, 1950 gibi geç bir tarihte, halkın %30'u hâlâ toprağı işliyordu; bu oran Japonya'da %38'di. Birleşik Devletler'de bile (her ne kadar mekanizasyon bozkırları dönüştürmeye başlamış ise de) büyükçe bir çiftçi nüfus vardı ve 1940'lara kadar küçük kasabalarda yaşayanlar, büyük şehirlerde yaşayanlardan fazlaydı. Bununla birlikte bütün bu ülkelerde eğilim, Britanya örneğini izleme yolundaydı. Kilisesi, vaizi, eşrafı ve belki öğretmeniyle köy, geçmişte kalmaya başlıyordu. İnsanların bütün yaşam biçimleri dönüşüyordu.