Bu iyi niyetli zindanı, sevimli gülümsemesi, avutucu sözleri, dalkavukluk ve muhabirlik akan gözleri, iri ve kaba elleriyle hapishane in ete kemiğe bürünmüş hali, insana dönüşmüş bir Bicetre'di.
Nöbetçi gardiyan hücreme geldi, şapkasını çıkarıp beni selamladı ve rahatsız ettiği için özür diledi; kalın sesini mümkün olduğunca yumuşatarak bana kahvaltıda ne istediğimi sordu.
İçim ürperdi. O gün gelmiş miydi?
Ama kral kızıyor
Lirlonfa malurette
Ve yemin ediyor tacı üzerine
Lirlonfa malurette
Beni dans ettireceğine
Lirlonfa malurette
Darağacının tepesinde
Lirlonfa malure
Böylesine korkunç sözlerin o kırmızı ve temiz dudaklardan dökülmesi ürkütücüydü. Âdeta gülün üzerinde salyangozun sümük izi kalmıştı.
Toplum orada zindancılar ve ürkmüş meraklılarlarla boşuna temsil ediliyordu suç onunla dalga geçiyor ve bu korkunç cezadan bir aile kutlaması yaratıyordu.
Evet! Kurtarılması gereken ben değil miyim? Bu imkansız mı? Yarın, belki de bugün ölmem mi gerekiyor? Bu gerçek mi? Aman tanrım! İnsana başını zindanın duvarlarına vura vura parçalatacak kadar dehşet verici bir düşünce!
İdam mahkûmu!
Tamam, neden olmasın? İnsanların içinde işe yarayan tek şeyin şu olduğu bir kitap okuduğumu hatırlıyorum, insanlarım hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cazasına mahkûmlardır. O halde durumumda nasıl bir değişiklikoldu ki?
Ölüm kararı verileme kadar, soluk aldığımı, hareket ettiğimi, diğer insanlarla aymı ortamda yaşadığımı hissetmiştim; şimdi dünyayla benim aramda bir sınır olduğunu kesin bir şekilde kavrıyordum. Hiçbir şey bana önceki gibi görünmüyordu. Bu ışıklı geniş pencereler, bu güzel güneş, bu mavi gökyüzü, bu güzel çiçek artık bir kefenin rengi gibi beyaz ve solgundu. Yüzümü görebilmek için itişip kakışan bu adamlar, bu kadınlar, bu çocuklar artık birer hayaletti.
Evet, ölüm! Diye tekrarlıyordu içimden gelen tanıyamadığım bir ses, bunu söylemekle nasıl nir risk almış olabilirim? Bir ölüm kararı soğuk ve yağmurlu bir kış gecesi, meşalelerin ışığında, kasvetli ve karanlık bir salondan başka bir yerde açıklanabilir miydi? Ağustos ayında, sabahın sekizinde, böyle güzel bir günde bu iyi yürekli juri üyelerinin böyle bir karar vermeleri imkansızdı! Ce gözlerim gidip gelip güneşte parlayan güzel sarı çiçeğe takılıyordu.
Ve düzenin cellatla birlikte yok olacağını sanmayın. Geleceğin toplumunun kubbesinin kemeri bu iğrenç kilittaşı olmadıgı için çökmeyecek. Uygarlık birbirini izleyen bir dizi dönüşümden başka bir şey değildir. O halde neye tanık olacaksanız? Ceza yasasının dönüşümüne. Isa’nın insani yasası nihayet anayasa halini alıp etrafina ışıklar saçacak. Suça bir hastalık gözüyle bakılacak ve bu hastalığın sizin hâkimleriniz yerine doktorları, sizin kürek mahkûmiyetleriniz yerine hastaneleri olacak. Özgürlük ve sağlık bütünleşecek. Kızgın demir ve ateş yerine yağ ve reçine kullanılacak. Öfkeyle cezalandırılan kötülük şefkatle tedavi edilecek. Her sey çok basit ve çok yüce olacak. Çarmıh darağacının yerini alacak. Hepsi bu.
Ölüm cezasını bu felaketin kendi başınıza gelmesini beklemeksizin halk için kaldırsaydınız, siyasi bir başyapıttan öte toplumsal bir başyapıt ortaya koyacaktınız.
Oysa ölüm cezasını darbe girişiminde bulunurken suçüstü yakalanmış dört bahtsız bakanı kurtarmak için kaldırarak siyasi bir başyapıti bile beceremediniz!