Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Letâfeti ظریفه

Letâfeti ظریفه
@letafetizarife
اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى Madem sen bâkisin, yeter; her şeye bedelsin. Bir kusur var ise nefsimdendir. Bir güzellik var ise de hakikatlere ait. ١٧/٠٧/٢٠
Bir buz parçası olan enâniyetini, tam bir havuz kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir.
Reklam
Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibâdet teklifinde başını havaya kaldırarak fir'avunlaşır. Lâkin mükâfatın, menfaatın tevziinde bir zerreyi bile terketmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemâl, sa'y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor. Fakat neticelerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor...
İnsan nisyandan alındığı için, nisyana müptelâdır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat hizmet, sa'y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalâlettir. Hizmetler görüldükten sonra neticede mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemâldir. Bu itibarla ehl-i dalâl ile ehl-i kemâl nisyan ve tezekkürde müteakistirler.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ben değil dünyevî makamatı ve şân ü şerefi şahsıma kazandırmak, belki mânevî büyük makamat –faraza– bana verilse de, fakat hizmetteki ihlâsıma nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak o makamatı da hizmetime feda etmeğe karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde... (Şuâlar: 339)
Reklam
Madem sizde büyük bir himmet ve kuvvetli bir îman var, tam bir ihlâs ve tam bir mahviyetle, sebatkârâne Risale-i Nur'a şâkird ol. Tâ, binler belki yüzbinler şâkirdlerin şirket-i mâneviye-i uhreviyelerine hissedar ol. Tâ senin hayırların, iyiliklerin cüz'iyetten çıkıp küllîleşsin, âhirette tam kârlı bir ticaret olsun.
Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, îmanı kurtarmaktır, başkaların îmanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır. Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çekin. Tevazu, mahviyet ve terk-i enâniyet, bu zamanda ehl-i hakikata lâzım ve elzemdir. Çünkü, bu asırda en büyük tehlike, benlikten ve hodfuruşluktan ileri geldiğinden, ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkârâne daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir.
Gaye-i hayal olmazsa, veyahut nisyan veya tenâsi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler...
Zira bütün mevcûdat, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücûd'u bulan bir kalb, herşeyi bulur...
Nefis kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dava eder. Mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır.
Reklam
Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimad eden bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır...
Ben nefsimi tebrie etmiyorum, nefsim her fenalığı ister. Fakat şu fâni dünyada, şu muvakkat misafirhanede, ihtiyarlık zamanında, kısa bir ömürde, az bir lezzet için ebedî, dâimî hayatını ve saâdet-i ebediyesini berbad etmek, ehl-i aklın kârı değil. Ehl-i aklın ve zîşuurun kârı olmadığından, nefs-i emmârem ister istemez akla tâbi olmuştur...
Evet bahtiyar odur ki; kevser-i Kur'ânî'den süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev'indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.
Vesilenin mâhiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-i ilâhîdır ve mâyesi ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.
Madem livechillahtır; o işin küçüğünü- büyüğünü, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlas ve rıza-i ilâhı yolunda zerre, yıldız gibi olur.
2.393 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.