Size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım.
Size saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten şeylerden ibaret,
doğurmaya mahkum,
çocuklarını kaybetmekle mühürlü,
yalnız,yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım.
İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden bakacağım.
O pencerelerden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım.
korkunç fiziksel ağrılar çekiyordu,bunlar hakikaten de korkunçtu; fakat bu fiziksel ağrılardan daha korkunç olan ruhsal acılarıydı ve ona asıl ıstırabı bu ruhsal acılar yaşatıyordu
"Nedir bu? Yoksa gerçekten ölüm mü?
İçinden bir ses cevap veriyordu:"Evet,öyle."
Yine soruyordu:"Bütün bu acılar neden öyleyse?"
Aynı ses cevap veriyordu:
"Öyle işte.Bir nedeni yok.Hepsi buydu,devamı yoktu."
Sürekli yokuş yukarı gittiğimi sanırken yokuş aşağı gidiyordum kesinlikle.Aynen böyleydi.Herkesin nazarında yokuş yukarı gidiyordum fakat bir o kadar da benden gidiyordu hayatım.
O zamanlar, çocukluğunda,geriye dönebilse gerçekten yaşanılası hoş bir şeyler vardı.Ancak bu güzelliği görüp geçirmiş o adam yoktu artık, bir başkasının hatıralarıydı sanki.
sanki onu ağrısıyla birlikte daracık,kara bir çuvala sokmaya çalışıyorlar;iyice dibine doğru sıkıştırıyorlar da yine de sığdıramıyorlar gibiydi.
Hem korkuyor,hem çuvala sığabilmek istiyordu...
..giderek yitmekte olan fakat henüz tam olarak yitmeyen yaşamının farkında olmak;tek gerçeklik olan o korkunç,nefret uyandırıcı ölümün iyice yaklaşması ve o,aynı yalan... Günlerin,haftaların,günün hangi saati olduğunun ne önemi vardı burada?