İnsanın kendi acısını sevmeyi isteyerek, bütün mutsuzluk zirvelerinde aslında bir haz olduğunu bilerek, kendi yarasını kasten kurcalama ihtiyacı duymasına kadar varan o kötücül duyguya kapılmadan duramamıştım.
Gerçekten de, bizim halkımızın her kesiminde, ortam nasıl olursa olsun, koşullar ne olursa olsun, hep birtakım tuhaf tipler vardır, uysal ve çoğunca çok çalışkan olan, ama kaderin ömrü boyunca dilenci kalmaya mahkum ettiği tipler vardır. Onlar hep topraksız köylülerdir, onlar hep çapaçul giyinirler, onlar hep biraz ezik ve bir şeylerden yılmış görünürler ve hep birinin sığıntısı gibi, birinin elinin altında bulunurlar, genellikle de ya bir sefihin ya da aniden zenginleşip soylu olan birinin yanındadırlar. Her çaba, her girişim onlar için acı ve külfet demektir. Sanki asla Kendi başlarına bir şey yapmamak ve sadece hizmet etmek, kendi iradelerine bağlı yaşamamak, başkasının düdüğünü öttürmek koşuluyla doğmuş gibidirler; görevleri başkasının rolünü oynamaktır.