. Arık hayatına tükürmek istiyordu. Ah onu nasıl bir şey zannetmişti, halbuki hep, hep boştu; şöhret, arzu, aşk... Hepsi, hepsi boştu. Tutunacak, hayatta yardımcı olacak hiç, hiçbir şey yoktu. Yokluktan başka hiçbir şey hakiki, hiçbir şey sonsuz değildi. .
Çocuklara yardımcı olma, eğitimin temel esaslarından biridir.
Reklam
Hepsi, hepsi boştu. Tutunacak, hayatta yardımcı olacak hiç, hiçbir şey yoktu. Yokluktan başka hiçbir şey hakiki, hiçbir şey sonsuz değildi.
Sayfa 220Kitabı okudu
Abbasiler döneminde Araplar İranlılar ve Türkler antik Çağ’dan kalma kitapları okuyor ve bu bunlara dayandırdıkları çalışmalarıyla eski İyonyalı düşünürlerin kurdukları felsefe, geometri, astronomi, tıp gibi bilimlere katkıda bulunuyorlardı. Öyle ki İslam bilginleri geliştirdikleri araştırmalarıyla kimya ve cebir gibi evrensel bilimin iki önem
Sayfa 234Kitabı okudu
Gerçi indik de bir de kalabilsek. "Ayyy ayyy başım başımmm. Aman belimm.." "Cann.." O da ne? Biri mi seslendi bana? "Evet Can,ben seslendim." "Allah Allahh.. Ne oluyor yav, gaipten sesler mi duymaya başladım?" "Sana birşey olduğu yok Can seninle konuşmaya çalışıyoruz." "O da ne? Aa-a-aayy çiçeği... Sen mi konuştun?" "Evet ben konuştum." Kesin kafa üstü düşünce böyle oldu. Endişe etmene gerek yok Can. Biz senin gibi meraklı ve sorunların peşine düşen çocuklarla hep konuşmak isteriz zaten. Bizimle ilgili soruların varmış. Sana yardımcı olabiliriz." Ben bu işten birşey anlamadim valla. Anlayan varsa bana bir anlatsın. "Hazır mısın Can?" "Neye hazır mıyım?" Küçük bir yolculuğa. Yaprağıma dokun be gözlerini kapat. Şimdi seni bizim dünyamıza götüreceğim. " Sizin dünyanız mııııı?..."
Semt-i meşhurunuz neresi?
Semt isimleri; eski İstanbul hemşerilerinin de pekiyi bildiği ve kullandığı adlardır. Çünkü mahallelerin ve sokakların sınırları vardı, fakat semtlerin sınırları ise tam anlamıyla yoktu. Nereden başlayıp, nerede bittiği bilinmezdi. Yine de herkes oturduğu semtin adını söylerdi. Bazı mahalleler iki semtinde parçası olabilmekteydi. Eski bir ifadeyle "Semt-i meşhurunuz neresi?" diye sorarlardı. Eskilerin dilinde Fatih semti, Fatih Sultan Mehmet'ti. Beyazıt ismi de, Sultan Bayezit'ti. Eski İstanbul'da "sokak adları" diye bir şeyden bahsedilemez. Bu düzenleme 20. yüzyıldan itibarendir. Semtler mahallelerden meydana geldiğinden her mahalle bir birim teşkil ederdi. Mahalleleri de oluşturan mescit veya camilerdi ki mahallenin merkezini oluştururlardı. Adresler de mahallenin mescidine göre ayarlanır, bir mahalle sakinini bulmanızda cami imamı bir nevi muhtar gibi size yardımcı olurdu. Semtlerin temelini oluşturan iskan ve şehirleşme yöntemi olan mescit inşası ve bu mescidin yanında yapılanan evlerden meydana gelen mahalle şeklindeydi. Aksaray Semti'ndeki mescitlerin mahallelerinin semt olarak Aksaray'ı meydana getirmesi buna örnektir. Bazen de "Hindiler Tekkesi" örneği gibi mahallesi oluşmamış mescit olduğu gibi "Ekşi Karadut" misali mescidi olmayan mahaller de İstanbul semtlerinde yer almıştır.
Sayfa 244 - on üçüncü bölüm: süleyman faruk göncüoğlu, şehir ve semt tarihi metodolojisi
Reklam
Tutunacak, hayatta yardımcı olacak hiç, hiçbir şey yoktu. Yokluktan başka hiçbir şey hakiki, hiçbir şey sonsuz değildi.
Sayfa 220 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 10.BasımKitabı okudu
De ki: Doğru yol,ancak Allah'ın yoludur.Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andilsun ki,Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.(Bakara S.120)
"Kardeşiniz hakkında beddua edip de, onun aleyhinde şeytana yardımcı olmayın!"
Sayfa 60 - Buhârî, Hudûd 4, 5, nr. 6777, 6781Kitabı okuyor
Resûl-i Ekrem Efendimizin şakaları,
••• Bir gün bir adam, Fahr-i Âlem Efendimizden binmek için deve istedi. Allah'ın Elçisi onun huzursuz olduğunu gördü ve sıkıntısını hafifletmek için: " Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim " diye şaka yaptı. Fakat adam latifedeki inceliği anlayamadı: "Ben binmek için deve istiyorum, deve yavrusunu ne yapayım?" diye söylendi. Fahr-i Kainât Efendimiz onun bu şakayı anlamasına yardımcı olmak için: " Canım , her deveyi bir dişi deve doğurmaz ?" buyurdu. ⁵⁶ Böylece o adama hem bir deve hem de bir nükte dersi verdi. Bir deve genç de olsa, onun bir dişi devenin yavrusu olduğunu hatırlattı. Ayrıca kendisine söylenen sözü hemen reddetmek yerine , o söz üzerinde düşünmek gerektiğini de öğretti.
Sayfa 47 - ⁵⁶ Ebû Dâvûd, Edeb 84. nr. 4998; Tirmizî, Birr 57, nr. 1991Kitabı okuyor
Reklam
Kadının düşündüğü intikama bakın ya
Sana kısır döngüsünü stratejisini değiştirerek yenmesini öğ­ renen yabancı uyruklu bir danışanımdan söz ederek bitirmek istiyorum bu konuda söyleyeceklerimi... Yıllar önce yabancı uyruklu bir kadın ofisime gelerek, "Artık bu evliliği sürdürmek istemiyorum. Eşim benim kişiliğimi değiştirmek ve beni kendi­ sinin istediği kişi yapmak istiyor.
Strauss'un da ifade ettiği gibi Hıristiyanlık kutsal öğretiyi vahyedilmiş bir teoloji olarak görmesine rağmen Yahudilik ve İslam, onu öncelikle "ilahi yasa"nın hukuki yorumu olarak anlamıştır. Bunun sonucunda inanç ögeleri, hukuki yorum olarak ele alınabilmiş, pratik ihtiyaçlar, entelektüel merakın önüne geçmiştir. Böylece teoloji, İslam düşüncesinin temel ilmi olamamış; daha çok hadislerden hareket eden fakihin ihtiyaç duyduğu teolojik temelleri tesis etme işlevi üstlenen yardımcı bir ilim olarak iş görmüştür.
Aklın var olmadığı bir yerde kutsal kitabın hayatı anlatması insana ne denli yardımcı olurdu ki?
Kastamonulular, Şeyh Ziyaeddin Efendi (başkan), eski mebuslardan Hoca Şükrü Efendi (ikinci başkan), Fazlıoğlu Besim, Yusuf Ziya, Hacı Mümin, Yavukçuoğlu Ahmet, Akdoğanlıoğlu Mehmet Ali, Dr. Ali, Üsteğmen Şevket ve Remzi Efendilerin yöneticiliğinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kastamonu şubesini kurdukları gibi milli mücadele yolunda yeni ve çok önemli bir hamle daha yaparak Mevlevi şeyhi Âmil Çelebi’nin eşinin başkanlığında Müdafaa-i Hukuk Hanımlar Cemiyeti’ni de kurdular ve Heyet-i Temsiliye’nin çektiği para sıkıntısına yardımcı olmakta büyük başarı gösterdiler. Cide ilçesi gönderdiği 52 lira ile ilk yardımda bulunma şerefini ve Mustafa Kemal Paşa’nın da teşekkür ve takdirlerini kazandı.
Sayfa 165 - Türkiye İş Bankası YayınlarıKitabı okudu
Hayatın mutluluklarının çözümlemesi imkânsız ve nasıl bir hiç değerinde olan şeylere bağlı olduğunu, dışarıdan anlaşılması pek kolay görünen fakat aslında nasıl da oyuncak hâline gelmiş nasıl da basitleşmiş olduğunu görerek üzülüyor ve ümitsizliğe kapılıp olanlara şaşıyordu. Yine aynı şartlar içinde bir sene önce hayatından memnun ve mutluyken ve her ihtiyacını tamammış gibi görürken bu gün tarifi ve görülmesi imkânsız şeylerle gözleri açılıp hayatını görmek, önem verilmeyip teslimiyet gösterilecek yerlerde ciddi davranmak günahıyla bir mutluluğun değil, her hayatta olduğu gibi mutluluk rengini koruyan bir mutsuzluğun garibanı olduğunu, hayatının artık fark edilen bu yarasıyla geçeceğini pek acı hâlde görüyordu. O, giderek fark ettiği hâlde engelleyemediği bir öksüzlük duygusu ve öfkeyle gerçeği görerek yaşıyor, Behice ile Necib’in hayatlarında nasıl bir bağlılık, yalnızlıklarında nasıl bir arkadaş, eğlencelerine nasıl bir yardımcı olduklarını görüp: “Demek onlar olmasa ben yalnız, yapayalnız kalacağım söz bulamayacağız, büsbütün sıkılacağız, hayatımız katlanılmaz olacak...” diye Süreyya’nın anlayışsızlığını, her şeyi kendine bırakıp öyle havai şeylerle uğraşmasını affedemiyordu.
469 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.