Havva Mercan

Havva Mercan
@mercan_hvva
*tanda gül yağmuru gökçül karmaşa
tezhip
Uludağ Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları
17 January 1995
16 reader point
Joined on October 2022
"kendimle kendim arasında gidip gelen bir yol açtım. günler, niçin uzadığını, niçin kıvrıldığını bilmediğim bir sarmaşık gibi dolanıp durdu boynuma. dünya, bensiz de dünyaydı; darılmadım." diyor ali ayçil ben aslında darılmıştım.
Reklam
kendimle kendim arasında gidip gelen yeni bir yol açtım. günler, niçin uzadığını, niçin kıvrıldığını bilmediğim bir sarmaşık gibi dolanıp durdu boynuma. dünya, bensiz de dünyaydı; darılmadım.
1943
Kimi kitaplar vardır, insan onları yirmi yıl süreyle okumaksızın yanında bulundurur, hep elinin erişebileceği bir yerde tutar, kentten kente, ülkeden ülkeye giderken, yeri çok az olsa bile, onu özenle sarılmış olarak beraberinde götürür; bavuldan çıkarırken belki sayfalarını biraz karıştırır; ama bir cümleyi bile sonuna kadar okumaktan dikkatle kaçınır. Sonra, aradan yirmi yıl geçince, bir an gelir, insan ansızın, sanki bir zorlamanın etkisindeymişçesine, böyle bir kitabı bir solukta baştan sona okumaktan başka çıkar yol göremez: O anda o kitap, artık bir vahiy gibidir. Artık insan, o kitabı neden bunca sorun ettiğini bilir. Kitabın uzun süre birinin yanında bulunması gerekmiştir; bir yer kaplaması, bir yük olması gerekmiştir; ve şimdi yolculuğunun hedefine varmıştır; şimdi artık kendini açığa vurmakta, birinin yanında hiç ses çıkartmaksızın geçirdiği yirmi yılı ışığa boğmaktadır. onca zaman sessiz kalmamış olsa, bu kadar çok şey anlatmayacaktır ve bu kitapta hep aynı şeylerin yazılı olduğunu ileri sürebilmek için, insanın budala olması gerekir.

Reader Follow Recommendations

See All
insanın her gün düşündüğü her zaman önemli olmayabilir. ama insanın her gün düşünmediği, olağanüstü önemlidir.
rüyasında vaaz veriyor. uyanıkken hiçbir şey hatırlamıyor. uyku üzerine daha o kadar çok şey öğrenilecek ki, sonunda kimse uyanık kalmayı istemeyecek.
Reklam
yorma kendini, çünkü hepsinin yeni baştan düşünülmesi gerekecek.
insan o kadar çok şey atlatıyor ki, her şeyi atlatabileceği yanılsamasına kapılıyor.
En güç olan: İnsanın zaten bildiği bir şeyi hep yeniden keşfetmesidir.
Kendi ediminin ürünü olmayan her şey, insana ezici büyüklükte ve önemli gelir.
Aslında insanın çeşitli dilleri olmalıydı: Biri annesi için kullandığı, sonradan bir daha asla konuşmadığı dil; yalnızca okuduğu, ama yazmaya asla cesaret edemediği bir dil; dua ettiği ve tek kelimesini bile anlamadığı bir dil; hesap yaptığı, yalnızca para sorunlarına ait bir dil; (mektupların dışında) yazmak için kullandığı bir dil; yolculukla kullandığı dil, bu dilde mektuplarını da yazabilir.
Reklam
Clara büyük piyanoya gitti ve dorukların baş döndürücülüğüyle kendisini yakalamış olan bu Rus sonatını çaldı; dinleyenler biliyorlardı ki insanlar böyle yaşamalı ve böyle sevmeliydi; bu öfke ve bu huzurla; bu denli yoğun ve hiddetli; fırtınaların ve toprağın renkleriyle bezeli, şafak vaktinin maviye boyayıp sağanakların kararttığı bir dünyada.
"Taşların canlı olduğunu biliyor. Kentte dahi unutmuyor bunu. Ve olağanüstü çalıyor; fakat hâlâ çok yalnız."
"Sislerimizin esinine sahip," dedi adam Maestro'ya, "ama bu esine, kendi toprağından gelen bir güzelliği katıyor." On sene öncesine ait bu anıda, Maestro adamın karşısında duruyordu. "Toprağından ilham aldığı doğru; ama piyanodaki yeteneği ve kendinden geçişi, kaynağını bir gizemden alıyor; adına kadınlık diyoruz," diye yanıtladı Maestro. "Bütün kadınlar onun gibi çalmıyor ama." "Ama hepsi, içlerinde, onun çalışında duyumsadığın özü taşıyorlar."
Süreleri içinde sıralayıp farklarına böldün mü, ağaç konusunda da, insan konusunda da hiçbir şey öğrenemezsin. Ağaç hiç de önce tohum, sonra filiz, sonra yaş gövde, sonra kuru odun değildir. onu tanımak için bölmek gerekmez.
Psikosomatik hastalıkları veya verem gibi kronik rahatsızlıkların tedavisinde ana kural çalışmadan ve dinlenmeden önce 'vücudu dinlemek'tir. Bedeninin sesini duyabilecek kulaklara sahip hassas bireyler daha sağlıklı yaşamak ve daha çabuk iyileşmek konusunda vücutlarından bir sürü ipucu alırlar. Belirli aralıklarla hastalanmayacak sağlıklı bir bedene sahip olmanın yolu bireyin yaşam ritmini vücudunun ve duygularının ritmiyle aynı frekansta tutmasından geçer.
İnsanlar vücutlarını hem iş yaparken hem de mutluluğu yakalamaya çabalarken göz ardı ederler. Beden hep doğru kullanılırsa zevk vermeye yarayacak bir şehvet aracı rolüne layık görülür. Önceki bölümlerden birinde de değindiğimiz üzere, sekse karşı takınılan kayıtsız tavrın altında benlikle bedeni ayrı tutmak vardır. Kinsey Raporu'nda cinsel ilişkide partnerin bir "seksüel obje" yerine konduğu savunulmaktadır. "Ben bu insanla cinselliği yaşamak istiyorum." diyen yok denecek kadar azdır. Yaygın olan ise "Cinsel ihtiyaçlarımın bir aracıya ihtiyacı var." dürtüsüdür. Cinsel aktiviteyi kişilikten ayrı tutmak Püriten geleneklerin bir yansımasıdır. Yakın geçmişte Püriten inanışların yerini özgürlükçü düşünce sistemi aldıysa da, cinsellik benliğin bir parçası olarak hiçbir zaman kabul edilmemiştir. Biz bedenle benliği yeniden birleştirmeyi, yani faal bedenin varlığını yeniden keşfetmeyi öneriyoruz. Bedeni yaşamak bu demektir -yemeyi, dinlenmeyi, yorulmuş kaslarımızı dinlendirmeyi, cinsellikten alınan zevki, tutkuyu benliğin bir parçası olarak duyumsamak. "Bedenim hissediyor." edebiyatını bırakıp "Ben böyle hissediyorum." boyutuna geç- mek. Verdiğimiz örneğe geri dönersek, cinsellikte yaşananları "ben" olgusundan ayırmak, insanın nefes borusunu vücudundan ayrı görüp "Ses tellerim seninle konuşmak istiyor." demesinden daha mantıksız değildir.
Reklam
Korktuğumuzda bizi tehdit eden tehlikenin ne olduğunu biliriz. Buna bağlı olarak algılayışımız keskinleşir, yeni bir enerji ile dolarız ve tehlikeyi atlatma yolunda gerekeni yaparız. Buna karşın endişelendiğimizde, tehlikede olmamıza karşın ne yapacağımızı düşünemeyiz. Endişe tam anlamıyla bir hazırsızlık" ve "afallama" hissidir. Algılarımız keskinleşeceği yerde genelde bulanıklaşır.
PİŞMANLIK VE ÇİLELER
rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür. yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır; şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın. bin parçaya böldü beni bir divane sır, sesi geliyor sesi günahkâr çocukların; şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.
Tanrı nefeslerinin o sonsuz dizisini kesip koparacak hiçbir büyü yoktu. Buna karşılık bir başka huzur vardı ki, insanın kendi içindeydi. Ve şöyleydi adı: Kendini düşmeye bırak! Karşı koyma! Öl seve seve! Yaşa seve seve!
ve denizi sakinleştirmek ister gibi elimi alnına koyarım.
"Tıpkı annen gibi çalıyorsun," dedi Maestro. "Senin çalışın, hikâyeyi doğru dürüst anlatmayı henüz bilemediğim annenin hayaletini çağırıyor. Birinin, yaşayanları ve ölüleri serbest bırakacak kelimeleri kendinde bulamamasının nedeni nedir biliyor musun?" Petrus sustu. "Keder," dedi Clara. "Keder."
dikkat çeken dalgınlığı ise, ancak duayla gelen trans durumunda deneyimlenebilecek bir ruh halinden kaynaklanıyordu; hani akıl bedenden sıyrılır ama on misli daha büyük bir keskinlikle dünyayı kayıt altına alır ya.
Reklam
Şiir
bilmiyorum, neden "at soylu hayvandır, güvercin güzeldir." derler? ve neden hiç kimse yarasayı kafese koymuyor. yoncanın ne eksiği var kırmızı laleden. gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli. kelimeleri yıkamalı. kelime rüzgar olmalı, yağmur olmalı. şemsiyeleri kapatmalı. yağmur altında yürümeli. düşünceleri, hatıraları yağmur altına getirmeli. şehir bütün halkıyla yağmur altına gitmeli. dostu yağmur altında görmeli. aşkı yağmur altında aramalı. yağmur altında bir kadınla sevişmeli. yağmur altında oyun oynamalı. yağmur altında yazmalı, konuşmalı, nilüfer dikmeli. yaşam sürekli ıslanmaktır. yaşam "şimdi" havuzunda suya girmektir. çıkaralım giysileri: suya bir adım var.
Her bir notanın anlamı anlaşılamıyorsa eğer çok fazla ses, çok fazla nota varmış gibi gelir insana. Her iyi icra, parçanın bir "açıklaması" biçimini almalıdır. Ama piyanist "etki" arayışındadır, aynı bir aktör gibi, ve etki çoğu zaman metinden uzaklaşmayla sağlanır. İcracı, ne kadar az anlarsam o kadar çok şaşkınlığa düşeceğimi gayet iyi bilir. Ama benim istediğim anlamaktır. Sanatta şaşkınlık, yerini hemen heyecana bırakırsa bir değer taşır ancak; ne var ki çoğu zaman onu engeller.
"aşk, bir kurtarıcı değildir; ama bizi yetiştirir, büyütür; içimizi aydınlatan meşaleyi taşır, ormanların ahşabından yontar onu. anlamsız günlerin, sevimsiz işlerin, gereksiz saatlerin oyuklarına yuva yapar aşk; ışıltılı nehirlerin, altın salların üzerinde salınarak gelmez; ne şarkı söyler ne parıldar; ilan ettiği hiçbir şey olmaz. ama gece olur; oda süpürülüp korların üstü örtülür, çocuklar uykuya dalar gecede; o gece ki -çarşafların arasında, kırpırdamadan, çıt çıkarmadan, aheste bakışlarda- nihayet kıt kanaat hayatımızdan bezmişliğimiz ve varoluşumuzun tüm sıradanlığında, birinin suyunu ötekinden çektiği kuyulara dönüştürür bizi; seviyoruzdur birbirimizi; ve kendimizi sevmeyi öğreniyoruzdur."
Sayfa 263Kitabı okudu
Evet, aşk bağıyla bağlanmak. Ne sandınız? Simsiyah bulutların sert kuzey rüzgarıyla sürüklendiği bu amansız koşullarda başka hangi kuvvet insanı sıcak yuvasından çıkarabilir ki? Seven biri Tanrı'yla uğraşmaz, Tanrı'yı dert edinmez; o gün papaz efendiye olan da buydu işte; ne Tanrı, ne İsa ne de azizler vardı o an; zerre kadar anlamadığı bir sihrin lütfuyla dünyayı, aşkla aydınlandığı haliyle keşfediyordu.
Notlar
bir parsın yürüyüşünü gördüğümden beri, üstüme bir yürüme sarhoşluğu çöktü. insan, tüm bedensel güzellikleri ilk olarak hayvanlarda yaşıyor. eğer hayvanlar artık var olmasaydı, kimse güzel olmazdı.
yaklaş bana, kimse hiçbir yere dokunmasın bana sessizlik et, düğümle saçlarımı çözülsün bu kartopları, gece yanan fırınlar, içimin sayıları akıt kanımı biraz, kimse hiçbir şey söylemesin bana yalnızlık et, birleştir yalnızları sen buzul, sen devamlı, sen