Atalarına su vermesini bilmiş olan, türkü söyleyen çeşme ölümsüzdür, sevgilin sana gülümsediği zaman, gözlerinin ışığı ölümsüzdür, ölümsüzdür gecelerin sessizliği.
Ama sen ne bu okullu, ne bu koca, ne bu çocuk, ne de bu ihtiyarsın. Tamamlanansın sen. Kendini, iyiden iyiye zeytin ağacına bağlı, sallanan dal olarak görmesini bilirsen, kımıldayışlarında sonrasızlığı tadarsın. Ve çevrende her şey ölümsüzleşir.
Tanrı bu dünyaya getirir seni, sonra büyütür, sonra birbiri ardından isteklerle, üzüntülerle, sevinçlerle, acılarla, öfkelerle, bağışlamalarla doldurur, sonra da kendine döndürür seni.
Çünkü süreleri içinde sıralayıp farklarına böldün mü ağaç konusunda da insan konusunda da hiçbir şey öğrenemezsin. Ağaç hiç de önce tohum, sonra filiz, sonra yaş gövde, sonra kuru odun değildir. Tanımak istiyorsan, bölmemelisin.
Zeytin ağacının dalına benzesin isterim. Bekleyen dala. Üzerinde Tanrı’nın, bir soluk gibi ağacı denemeye gelen Tanrı’nın büyük sallanışı o zaman duracaktır kendini.
Çeşmelerden akan suları sevsinler istiyorum. Yeşil arpaların yazın açılmış çatlakları kapatan yüzeyini de. Mevsimlerin dönüşünü kutlasınlar istiyorum..
Öyle ya, aynada da hiçbir şey yoktur, içini dolduran görüntülerin ne ağırlığı vardır, ne süresi. Öyle ya ayna da, bazı bazı, bir tuz gölü gibi gözleri yakar.