1992 sonrasında ülkücü söylem, seksenler boyunca etkili olmuş İslâmî unsurlardan Önemli ölçüde ayıklandı. İslâmî hassasiyetler, “devletle barışmanın ideolojik zeminini üretmek üzere yeniden tefsir edildi: “Devlete itaat Allah’a itaat etmektir, devlete isyan, eylemek ise Allah'a isyana kalkışmaktır.’’ “Devletini kaybeden bir milletin, kaybetmeyeceği hiçbir mukaddesat yoktur. Devlet yoksa mukaddesat da yok demektir!” Öte yandan, "laisist” yaklaşımın kendine daha fazla alan açığı da tespit edilmelidir: “Müslümanlık bizim ideolojimiz değil, dinimizdir. Din ideoloji olmadığı gibi, dünyayı yönetecek hukuk, iktisat vb. kuralları içine alan bir sistem de değildir.” Bunun yanında, millî sadakate ve karakteristiklere dayak “Türk Islâmı'nın öne çıktığı gözlendi. MHP ve Ülkücü Hareket tabanında genellikle kabul gören bu dönüşümün, taşralı gelenekçi dindar tabanda belirli bir tedirginlik yarattığı da bir gerçekti. 1995 genel seçimleri öncesinde MHP adayı olan emekli Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral’ın Cumhuriyet'in ilk döneminde ki Türkçe ezan tecrübesini makûl bulduğunu açıklamasına verilen tepki ve bu tepkiye istinaden MHP üst yönetiminin aceleyle Demiral’ı geri çekişi, bu tepkinin boyutlarını ortaya koymuştur. MHP, 1992'yi izleyen on yıllık dönemde Millî Görüş çizgisini ve İslamcılığa uzak, zaman zaman sert bir tutum almayı sürdürmüş; bu çizgiyi gayrimillîlikle itham ederek onunla “samimi Müslümanlar” arasına ayrım koymuştur.