Murat Aslan

Murat Aslan
@mrtsln1881
Okuyun. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor.. Ali Şeriati
Uşak Üniversitesi-KamuYönetimi Erciyes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
194 okur puanı
Aralık 2017 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Milliyetçilik bir ırk sorunu değildir, bir yurt sorunudur.... Şimdi Kürtçülük taslayanlar acaba o zaman dedelerinin ya da babalarının neden Kemal Paşa’ya ha­yır demediklerini hiç düşünmüşler midir?
Reklam
Atatürk devrimciliği sürekli devrimciliktir, neden, amacı değiş­kendir de ondan, çağdaş uygarlık düzeyine, “hakiki mür­şit olan” bilimle ulaşılacaktır ne demek? Hem çağdaş uygarlık düzeyi sürekli değişiyor, hem bilimlerin ona ulaşmak için verdiği araçlar ve yöntemler.
Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur demek, ne demektir düşündünüz mü hiç, eğer sosyalist bir parti halkın çoğunluğunu kazanırsa su içinde iktidar olur demektir, eğer Cumhuriyet’in ana ilkelerine karşı çıkmıyorsa muhafazakar bir parti, halkın çoğunluğunu elde ederse bal gibi iktidar olur demektir. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir ilkesi, “aşırı sağ aşırı sol” palavrasını yemez, demokraside böyle bir şey yoktur, demokrasi dediğimiz ülkelerde de. Bu bizde Mustafa Kemalciliği diktacı bir İnönücülüğe çevirmiş siyaset esnafının büyük palavra­sıdır ki, yıllar yılı, Türk halkını Kemal Paşa’nın ideal edindiği demokrasiden de, fikir serbestliğinden de, ulu­sal egemenliğin kayıtsız şartsız uygulanmasından da yok­sun bırakmıştır. zira ulusal egemenliğe kendi çıkarları­nı koruyan “kayıtlar ve şartlar” getirmişlerdir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Yâlnız, bizim özgürlük savaşlarının şöyle garip bir sonucu oluyor, yurt içinde ya da dışında “hürriyet” için savaşanlar, günün birin­de savaşı kazanıp ülkede iktidar oldular mı, bir de ba­kıyorsunuz kaşla göz arasında mülkün yarısı gitmiş. Tanzimat, Osmanlı uyruklarına eşitlik getiriyor, özgür­lük getiriyor ama, bırakın toprak olarak uğrattığı kayıpları, ülkenin ekonomisini duman edip gümrükleri kaldırarak sanayi diye elde ne kalmışsa Avrupa sana­yi ürünleri karşısında dağılmasına yol açıyor. Meşruti­yet, aynı şey: İlânı ile birlikte Trablusgarp ve Bosna el­den çıkar da, ‘hürriyet’i getiren îttihât ve Terakki gık diyemez. O gelen ‘hürriyet’le, on yıl içinde, imparator­luktan elimizde kalanı cömertçe dağıttığı, herkesin bil­diği şey. Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Müdafaa-i Hukuk ru­huna uygun olarak, Kemal Paşa ve arkadaşlarının, ya­bancı sermayesine karşı, tam bağımsız bir ekonomiden, sanayileşmeden yana tutumları, demokrasi döneminin getirdiği ‘hürriyet’le birlikte yabancı sermayeyi teşvik kanununa, petrol kanununa, Amerika ile ikili anlaşma­lara dönüşüyor. Demokrasi kendine göre bazı özgürlük­ler getiriyor ama, bir de ne görüyoruz, Kemal Paşanın kan ve ter pahasına ele geçirir gibi olduğu ‘milli iktisat’ devri gümbürdemiş gitmiş, yeniden yarı sömürge statü­süne dönmüşüz.
Jöntürkler’den bu tarafa Osmaniı devrimcilerinin ‘taleplerine' dikkat ettiniz mi? Sanırım en güzel biçimiy­le Namık Kemal’in ve Fikret’in mısralarıyla özetlenmiş­ tir, o da sonsuz bir hürriyet aşkından, özgürlük isteğin­den ibarettir. Tanzimat özgürlük ister, Meşrutiyet özgür­lük ister, Cumhuriyet özgürlük ister, demokrasi özgür­lük ister. O kadar ilginçtir ki bu, Osmanlı sosyalistleri de, Cumhuriyet sosyalistleri de, uzun süre işçi sınıfının iktidarı sloganını akıl edememişler, özgürlük savaşımı vermişlerdir.
Reklam
İnönü dönemi, Atatürk devrimciliğinin biçimleştirilmesi, bütün toplumsal ve ekonomik özünden soyut­lanarak bir üstyapı devrimi haline getirilmesi demek olu­yor. İnönü için çağdaşlaşmak hemen Batılılaşmak hali­ne gelmiş, bunun için de ağırlık üstyapısal dönüşümle­re verilmiştir; Batı musikisi, köy enstitüleri, klâsiklerin çevirisi, halkevlerinin önem kazanması, ilköğretim seferberliği gibi öğeler bu İnönü Atatürkçülüğünün te­melleridir. Bu temellerin anti-emperyalist, büyük sana­yileşmeden yana, tam bağımsızlıkçı Anadolu devrimi il­keleri ile yakınlığı tartışma götürür.
Mustafa Kemal’in talihsizliği, adına devrim yaptı­ğı toplumsal sınıfın, yâni ulusal burjuvazinin henüz Türkiye’de o tarihte oluşmamış bulunmasıdır. Bilindi­ği gibi yabancı sermayesi Osmanlı mülküne girdikten sonra Müslüman olmayan azınlıklardan bir kompra­dor burjuvazisi oluşmuş, Kurtuluş Savaşı tam bağım­sızlık ilkesini öne alınca, bunların çoğu selâmeti Tür­kiye dışına kaçmakta bulmuştu.
Bence Kemal Paşa, iktidarın yapısal niteliğini değiştirdiği için önemli bir devrimci­dir, ‘mazlum milletler’e karşı azgın saldırganlığını sür­düren emperyalizmle boğuştuğu için de yaman bir Üçüncü Dünya lideridir.
“ ... Batı kültürüne tes­lim olduğu söylenen genç Cumhuriyet, Batı uygarlığına, tek dişi kalmış canavar, diye haykıran bir şiiri ulusal sim­ge yapmıştı...
“Türkiye’de yapılan en büyük yanlışlardan biri Cumhuriyeti kuran kadroların siyasal savaşını, kültürel alan­da yorumlamaya çalışmaktır. Pek doğal olarak bu yan­lış, başka bir yanlışa yol açmaktadır: İslâm kültürünün güzelliğini ve zenginliğini savunmak ile, Cumhuriyet ye­rine şeriata dayalı devleti geri getirmek arzuları birbirine karıştırılır. Üzülerek belirtmeliyim ki, hem İslâmcılar, hem de Atatürkçüler aynı yanlışı yapmaktadırlar. Oy­sa siyasal düzenin artık geriye dönmesi olanaksızdır. Öte yandan İslâm yadsınamaz. İslâm kültür mirasını yadsı­mak, Türkiye için, insanın bedeninin yarısını kesmesi kadar acı bir sonuç verir. Sanırım, Atatürkçü geçinen­ler, İslâm kültürünü yadsımaktan, İslâmcı olduklarını ileri sürenler de şeriata dayalı devleti geri getirme arzu­larından vazgeçerlerse, hem gerçekçi olurlar, hem de Tür­kiye’nin yeni kültürel bileşimine daha olumlu ve etkili kat­kıda bulunurlar...”
Reklam
...”Aslında kültürel alanda Atatürkçülük, ne İslâm düşmanlığı ne de Batı hayranlığıdır. Kültürel açıdan Ata­türkçülük, Türk kültürünün ulusallaşarak, evrensel bo­yutlara ulaşmasının savaşını vermektir. Çünkü Atatürk, bir ortaçağ imparatorluğundan, çağdaş bir ulusal dev­let yaratma çabasını simgeler. Üstelik üretim güçleri, ka­pitalizm öncesi aşamadadır Cumhuriyet’in kuruluşun­da. Bu nedenle Atatürk, bir yandan üretim güçlerinin gelişmesini sağlayıcı önlemler alırken, öte yandan da Batı’da gelişmiş olan ‘ulusal kapitalist devlet’in üstyapı ku­ramlarını topluma aşılar. Anayasa, Yurttaşlık Yasası, gi­yim kuşam biçimleri, saat, takvim, alfabe ve benzerleri, hep kozmopolit imparatorluktan ulusal devlete geçiş için harcanan çabalardır. Tarih ve dil tezleri de bütünüy­le bu açıdan değerlendirilmelidir. Amaç, İslamın yok edilmesi ya da Batı’nın benimsenmesi değil, çağdaş ulusal bir devlet yaratılmasıdır. Bu ulusal devlet, altyapı ilişki­lerinin yetersizliği, üretim güçlerinin az gelişmişliği yü­zünden, büyük ölçüde üstyapısal güdümlemelerle desteklenmektedir..
Resmi ideoloji kı­lığına sokulan Atatürkçülük, kurcalandıkça görülür, ne Müdafaa-i Hukuk yıllarının anti-emperyalist tutumuna sahiptir, ne de çağdaşlaşmak için, çağdaş-uygarlık düze­yini bilimsel yöntemlerle ulusal bileşime kavuşarak yakalamayı öneren, tam bağımsızlıkçı kişilik taşıyan tutu­ma! Benim kestirmeden ‘İnönücülük’ dediğim o ‘resmi’ Atatürkçülük en mükemmel ifade ve uygulamasını 40 yıllarında bulur ki, o da faşizan bir dikta, Tanzimat tü­ründen bir Batıcılık, üstyapısal kültür aktarmalarıyla ki­şilik kaybını ilerleme sayan tatlısu alafrangalığıdır.
... Bir başka örnek, Atatürk’ün din düşmanlığı konusundaki yanılgıdır. Atatürk’ün İslâm dinine ve din adamlarına tümüyle karşı olduğu, resmi ideolojinin de onun karşıtlarının da (Türkiye’nin kurtuluşunu dinsel ilkeler çerçevesinde görenlerin de) özenle savundukları bir noktadır. Oysa her iki grup da yanılmaktadır. Atatürk yalnızca siyasal iktidarın dine dayalı olmasına karşıdır. Din adamları açısından da, bunlar ancak din adamı ol­dukları için siyasal iktidara ortak olmak isterlerse olumsuz bir tutum takınır. Siyasal iktidara el koymuş bir dev­rimci için bundan doğal bir davranış olamaz. Bir devrim­ciden ‘meşru’ olmasını beklemek safdillikten başka bir şey değildir. Devrimci kendi ‘meşruiyetini’ kendi gücünden alır. Atatürk de öyle yapmıştır. Onun başkaldırdığı Osmanlı düzenine göre ‘meşru’ sayılması olanaklı değildir.”
"... Atatürkçülük” Halk Partisi’nin ünlü altı okuna ve Osmanlı’nın yadsınmasına dayanır. Aslında Osman­lı’nın yadsınması altı oktan önce gelir. Bir başka biçim­ de söylersek, altı ok, Osmanlıya tepki olarak kurulan ye­ni Cumhuriyet’in simgesel nitelikleridir. İşte gerek olaylar ve olgular, gerekse Atatürk’ün kendi yaptıkları bu iki genel çizgi (Osmanlı’nın yadsınması ve altı ok) çerçeve­sinde saptırılmıştır. Önce Atatürk’ün kendi yaşamına ilişkin bir örnek vereyim: Mustafa Kemal’in uzlaşmaz bir siyasi adam olduğu kanısı özenle işlenen ilkelerden bi­ridir. Oysa Mustafa Kemal Paşa, Bağımsızlık Savaşı sı­rasında içte ve dışta her türlü ittifakın peşinde koşmuş, olanaklı olduğu ölçüde bunları en geniş çizgide gerçek­leştirmiştir. Toprak ağaları, şeyhler, tüccar, eşraf, âyan, sivil ve asker ‘bürokratlar’ sürekli ittifaklar yaptığı toplumsal katmanlardır.
Yeni kurulan Cumhuriyet’e biçim vermek için ortaya atılan “Atatürkçülük” genç kuşaklara, Atatürk’ün yaşamöyküsü ve yaptığı işler biçiminde aktarılmıştır. Böylece, sonradan oluşmuş bir ‘ideoloji’ yâni ‘Atatürkçülük’, kendisinden önce oluşmuş eylem ve olayların yorumunda kullanılmış. Bunun sonunda da gerek Ata­türk’ün gerçekten yapıp ettikleri, gerekse Bağımsızlık Savaşı gibi olayların ve Türk milliyetçiliği gibi olguların nitelikleri değiştirilmiş.
1.360 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.