“Bununla birlikte, karısının ölümünün üzüntüsünü bir türlü atlatamamış, ama bu tarihten ölümüne kadar geçen iki yıl boyunca, büyükbabama, "Ne tuhaf, zavallı karımı çok sık düşünüyorum, ama her seferinde azar azar düşünebiliyorum ancak," dermiş. "Rahmetli Swann'ın deyişiyle, sık sık, ama her seferinde azar azar", büyükbabamın en sevdiği ifadelerden biri haline gelmişti ve çok çeşitli şeylerle ilgili olarak bu ifadeyi kullanırdı.”
Kapı hızlıca açıldı. İçeriye beyaz gömlekli, kırmızı pantolon ve şapkalı biri girdi. Saklanmış olduğum dolap deliğinden yüzünü seçemiyordum ama hata yoktu. Kesinlikle oydu. Giysilerinden anlamıştım. Bu daha önce cennet bahçemizde gördüğüm limon ağacıyla sohbet eden insandı. Adımları bir insanın adımına göre daha büyüktü. Dolapta bulduğum cetvelle, bir ressamın kalemle ölçü alması edasıyla adımlarının büyüklüğünü göz ucuyla takip ettim. Adımlarının seslerini hesaplayarak adamın diğer odaya gidip geri dönene kadar Limon’u koyduğu dolaptan alma fırsatım olabilirdi. O sırada pencerenin dışından tanıdık bir ses geldiğini duydum. Dışarıya baktığımda en yakın arkadaşım şezlongun yardıma geldiğini gördüm. Bu bana cesaret vermişti. Aniden buzdolabını açıp limonun olduğu kabı dışarı çıkarttım.
Gördüğüm manzara karşısında dizlerim titriyor, küçük toynaklarımın üzerinde duramıyordum. Gelen kokudan anladığım kadarıyla kırmızı şapkalı adam limonu canice parçalamış ve annemin sütüyle karıştırarak onu soğuk ve ruhsuz bir şey haline dönüştürmüştü. artık eski halinden eser kalmamıştı. Kabı alıp vakit kaybetmeden hızlıca dışarıya koştum. Dışarıda bizi bekleyen şezlongun üzerine atlayıp yokuş aşağı hızla ordan uzaklaştık. Biz uzaklaşırken yazın sıcaklığı da bu soğuk ruhsuz sütü eski haline getiriyordu. Ama sanırım Limon eskisi gibi olmayacaktı.