Peki Aziz Bey, bu ilk gününde kurultayın, Prof Dr. Mümtaz Soysal'ın ilginç bir tezi vardı. Diyor ki, "Partiler sivil anayasa konusunda önerilerini şimdiden getirsinler" bu da gerçekçi bir yaklaşım değil mi? "Kemal Tahir'in bir sözü vardır, l960'tan sonra anayasa yaparken, taslaklar ortaya çıkarken çok zaman geçti. O kızıyordu tabii. Abartarak konuşurdu. 'Yahu bunlar ne biçim anayasa profesörü? Her anayasa profesörünün her cebinde 4-5 tane anayasa taslağı olacak.' Derdi. Tabii öyle olmayacak, ama anayasa taslakları anayasa profesörlerinin dosyalarında olmalıdır. Muhalefet parililerin dosyalarında olmalıdır. Taslakları ve bunun tartışmaları şimdiden yapılmalıdır. Neyi nasıl yapacaklarını biz bilemeyiz. Bu kendileri için de gereklidir, bizim için de gereklidir. Onun için Mümtaz Soysal'a hak veriyorum.'' Ben
Sayfa 92 - 30 ekım 2000Kitabı okudu
Bir ara Deniz, «Bugünleri de yaz­mak gerek,» dedi. «Yazılacak elbette,» dedim. «Daha olayın çok ba­şındayız. Zamanla yazılır.» «Yarının gerçek edebiyatı bugünün mahpusanelerinden çıkacak, göreceksin,» dedi. «Yazarlarımız konu sıkıntısı çekiyorlardı. İşte bir sürü konu on­lara.» Doğru söylüyordu. «Peki ama neden yazarlarımız içeride değil?» «Niye?» dedim, «Fakir Baykurt burada. Dursun Akçam da burada. Muzaffer Erdost da. Mümtaz Soy­sal da.»
Reklam
27 Mayıs ve 1961 Anayasası
27 Mayıs, amacının çok ilerisindeki oluşumlara yol açmış bir devrimdir. Değişik şartların bir araya gelmesi sonucunda 27 Mayıs sadece rejim meseleleriyle uğraşmamış, ekonomik ve sosyal yenilikler getirmiş ve bu alanda girişilecek mücadelelere elverişli bir anayasayı hazırlayıp görevini tamamlamıştır. 27 Mayıs ekibi ya da Milli Birlik Komitesi,
Mülkiyedeki yıllarımda konserler vardı. Aynı çatı altında dershaneleri, kütüphanesi, kantini, yemekhanesı, yatakhanesi, banyosu, ütü yaptıracağımız çamaşırhanesi, berberi, masaların da beyaz örtüleri, bilardo masaları olan mülkiyede, Arif Payaslı oğlu, Atilla Karaosmanoğlu, Mümtaz Soysal, Şerif Mardin, Bahri Savcı, Fehmi Yavuz, Yavuz Abadan, Nermin Abadan, Ahmet Şükrü Esmer, Nejat Erder, Sadun Aren, Herbert Hyman, Seha Meray, Vahdet Aydın, Gündüz Ökçün vardı. Hocaydılar, asistan idiler. Nurettin Sevin vardı. Konservatuvar ile mülkiyeyi kardeş okul yapmıştı. Balerinleri, tiyatrocuları, müzisyenleri bizim kantinde de görürdük arkadaş olarak. Geceleri tiyatro girişlerinin önünde kuyruğa girer, Kral Lear için, Öfke icin, Müşfik Kenter oyunu için, Yıldız Kenter için, Ertuğrul İlgin'in inanılmaz tatlılıktaki oyunu için sabahlara kadar beklerdik. Milli Kütüphane'nin Körler Odası'nda "yasak" denen kitapları okurduk: Dostoyevski’leri, Knat Hamsun'ları, Fındıkoğlu Ziyaeddin Fahri'nin Marx'tan söz eden Sosyalizm filan gibi başlıklı bir kitabını, Emil Ludwig'leri, Yurt ve Dünya'ları, Gazap Üzümleri'ni, Max Beer'i, Garp Cephesinde Yeni Birşey Yok'u, Haydar Rifat Bey'in "muhtasar" kapital çevirisini, Kadro dergilerini ve şimdi söylesem herkesin gülüp inanmayacağı daha nicelerini...
Sayfa 58
"Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün dür' sözü, her şeyden önce bölücülük hareketlerine karşı bir tepki olarak anayasanın kimi maddelerine serpiştirilmiştir. Bölünmezlik ilkesinin ortaya koyduğu sonuçlar: Vatan toprağının devredilmezliği, federalizmin olanaksızlığıdır." (Prof. Dr. Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s.180)
Sayfa 179
Avcıoğlu bu yolda ilerledikçe önce Mümtaz Soy­sal, sonlara doğru ilhan Selçuk kendisiyle bağlarını gevşetti. Ordunun çeşitli kademelerinden askerlerin kendisiyle bağlarıysa sıkılaştı. 27 Mayıs'ın önemli isimlerinden Cemal Madanoğlu ile birlikte bir cun­ta örgütlenmesi içinde oldu.
Reklam
AMERİKA SOSYALİST, SOSYALİST! (1/2)
(…)“Prensip sahibi astsubay”la birlikte, tümen komutanının odasına kadar geldik. Kazım Avdan şöyle baktı: -Ha, Uğur, gelmiş. “Prensip sahibi astsubay”a eliyle çıkmasını işaret ettikten sonra: -Gel bakalım, gel otur şöyle. Gösterdiği yere oturdum. -Ha, hımm, demek sendin. O arada aklım “Ben bir küçük askerim” şarkısına takılıyor, kendimi güç
SOKRATTAN DA KIYMETLİ (3/3)
Bir duruşmada, Mümtaz Soysal, siyasi suçların hiçbir dönemde, hiçbir iktidara şeref vermediğini söyleyerek; -Sokrat’ın yargılanması Yunan uygarlığı için bir kara leke oldu. Galile’nin yargılanması insanlık tarihi için bir suç sayıldı. Beni de işlemediğim suçlardan ötürü yargılayarak, zorla kahraman yapmak istiyor, layık olmadığım bir sandalyeye oturtuyorsunuz, dedi. Savunma gerçekten güzeldi. Duruşma Yargıcı Süha Umurhan bu konuşmadan etkilendi. Ama konuşma, Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar ve Savcı Yüzbaşı Baki Tuğ tarafından hiç de hoş karşılanmamıştı. Baki Tuğ, hemen yerinden fırlayarak söz istedi. Bas bas bağırıyor, sesi Ana Tamir Fabrikasındaki gürültüyü bastırıyordu: -Sokrat’ı yargılayan, bir Yunan mahkemesidir. Burası ise bir Türk mahkemesidir. Galile insanlık uğruna öldü, Marksist, Leninist ilkeler uğruna değiiiiiiil! Eh…valla öyle…söylenecek söz yok! Koskoca Baki Tuğ bu! Konuşma sırası, duruşma yargıcı Süha Umurhan’daydı. Umurhan olağanca duygusallığı ile konuştu: -Mümtaz Bey, siz bizim için Sokrat’tan da kıymetlisiniz… Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar irkildi. Savcı Baki Tuğ’un yüzü bir kat daha kızardı. Evet, duruşma yargıcı, sanık Mümtaz Soysal’ı övmüş, Sokrat’tan da kıymetli bulduğunu açıklamıştı. Ama aynı Süha Umurhan, duruşma sonunda, Sokrat’a Yunan mahkemesinin verdiği cezayı çok bularak, Sokrat’tan da değerli bulduğu Mümtaz Soysal’ın altı yıllık mahkumiyet kararına, Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar’ın imzasının yanına imzasını atıvermişti.
SOKRATTAN DA KIYMETLİ (1/3)
12 Mart davalarını hukukçu olarak izlemek gerçekten ilginç oluyordu. Örneğin, Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Hukuku Profesörü Mümtaz Soysal’ın, Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar’ın başkanlığındaki mahkemede yargılanması, hukuk açısından başlı başına ilgi çekici bir olaydı. Albay İzzettin Avlar, hiç şüphesiz çok değerli bir askerdi. Yine hiç şüphesiz, söz gelişi “M-1 Piyade tüfeği” konusunda, Prof. Mümtaz Soysal’ın bilmediği birçok konuyu çok iyi bilmektedir. Avlar’ın “taarruz” ve “savunma” konularındaki bilgileri Mümtaz Soysal’da yoktur. İşbu nedenle, Mümtaz Soysal’ın Albay İzzettin Avlar’ı ya da başka bir albayı, piyadecilik konularında sorguya çekip değerlendirme yapması düşünülemez. Fakat tersi geçerlidir. Piyade Albayı İzzettin Avlar da bir Anayasa hukuku profesörünün, ders kitabında komünizm propagandası yapıp yapmadığını değerlendirmektedir. Sadece değerlendirmiş olsa yine iyi! Bu değerlendirme sonunda Mümtaz Soysal, örneğin altı yıl sekiz ay hapse mahkum edilebilmektedir! Askeri Mahkemelerin, siyasal suçlar için kullanılması böyle sonuçlar da doğurmaktadır. Piyade Albay İzzettin Avlar, Sıkıyönetim Mahkemesi başkanlığı sırasında biraz hukuk, biraz da siyaset öğrendi. Anayasa Hukuku konusunda da, kısa sürede uzman oldu ki Mümtaz Soysal’ın “Anayasa’ya Giriş” adlı ders kitabında komünizm propagandası yaptığını, hemen anladı ve hükmünü verdi.
Bir duruşmada. Mümtaz Soysal siyasî suçların, hiçbir dönemde, hiçbir iktidara şeref vermediğini söyleyerek — Sokrat'ın yargılanması Yunan uygarlığı için bir kara leke oldu. Galile'nin yargılanması insanlık tarihi için bir suç sayıldı. Beni de işlemediğim suçlardan ötürü yargılayarak, zorla kahraman yapmak istiyor, lâyık olmadığımı bir sandalyeye oturtuyorsunuz... dedi. Savunma gerçekten güzeldi. Duruşma Yargıcı Suha Umurhan bu konuşmadan etkilendi. Bu konuşma, Piyade Kıdemli Albay İzzettin Avlar ve Savcı Yüzbaşı Baki Tuğ tarafından hiç de hoş karşılanmamıştı. Baki Tuğ. hemen yerinden fırlayarak söz istedi. Basbas bağırıyor, sesi Ana Tamir Fabrikasındaki gürültüyü bastırıyordu: — Sokrat'ı yargılayan bir Yunan mahkemesidir. Burası ise bir Türk mahkemesidir. Galile insanlık uğruna öldü, marksist, leninist ilkeler uğruna değiiiill.
Reklam
Sevgi Soysal'ın, romanlan içinde Şafak'ın zirve olmasının , biten son romanı olmasıyla da ilgisi vardır kuşkusuz . Sevgi Soysal üzerine yazıyazan tüm ya z a r ların kabul ettiği gerçek, onun giderek daha yetkin bir ya z a r olduğu . kendisini sürekli geliştirdğiidir. An c a k , yalnızca bu özelliklerinden dolayı Şafa k romanını zirve kabul etmek , romanın toplumsal etkinliğini ve Sevgi Soys a l 'ın güç koşulla r altında büyük işler başardığını hesa ba katmamak olur. Yetmişli yıllar d a bazıı yazarlar romanlarıyla toplumsal yapıyı temelinden değiştirebileceklerini sanmışlsrdır. ya da bö yle bir sav ortaya atıldığında d a . yapılabilecek zannıyla çok tuhaf karşılanmamıştır . Bu da "dev rimci" roman gibi bir romanın ansızın çıkıvermesine neden olmuştur.
Sayfa 137 - Kavram yayınları 1900Kitabı okudu
Sevgi Soysal'ın Barış Adlı Çocuk . kita bına aldığı gerek sivil, gerekse askeri cezaevini anlatan öyküleri, insanlık dışı bir yaşamı sergilediği için, en az O'Henry'nin öyküleri ka d a r çarpıcı ve Çehov'un öyküleri kadar da gerçekçidir. Bu gerçekiilik ve çarpıcılık biraz da dönemin koşullarından kaynaklanmaktadır. Öylesine akıl almaz şeyler yaşanmaktadır ki, bunlann öyküleşmesi insanda doğal olarak ürküntü ve han a tiksintiyle kan şık bir şaşkınlık yaratmaktadır. Bütün bunlarda , öykünün gerilim kazanmasını kendiliğinden oluşmaktadır..
Sayfa 122 - Kavram yayınları 1900Kitabı okudu
12 Mart öncesinin politik çalkanlısını da içeren Yürümek romanı, aynı za manda Sevgi Soysal'ın ilk roman denemesidir. Öykü yazarlırından romana geçiş, öyküdeki tekniklerin romanda uygulanmasını gerekliren bir zorluk içerir. Hiç öykü yazmadan, doğrudan roman yazarak başlayan, sözgelimi Dostoyevski gibi yazarlar, öykünün sınırlı, ama etkin anlatım olanaklarından pek yararlanmazlar. Öykü yazarları ise, romanın geniş perspektifine girdiklerinde, öykünün kısa anlatım olanaklarından kolayca kurtulamazlar.
Sayfa 77 - Kavram yayınları 1900Kitabı okudu
Öykülerinde ve romanlarında yerel dile çok az yer veren Sevgi Soysal, sivil hapishane anılarından oluşan Savaş ve Barış ve Bir Görüş Günü adlı öykülerinde biraz da zorunlu olarak, yerel dil kullanma yoluna gitmiştir. Zorunluluğun temel nedeni ise, tutuklutan argo konuşmalarını verirken, başka biçimde aktaramamasından kaynaklanıyor olsa gerekir. Ama Hanife adlı öyküsünde Soysal, az bildiği bir alana girmenin bedeli olan vasat bir öyküye ancak ulaşabilmiştir .
Sayfa 69 - Kavram yayınları 1900Kitabı okudu
Annesi Alman asıllı olan Sevgi Soysal, 1936 yılı İstanbul dogumludur. Ankara Kız Lisesi:ni, ardından da Dil ve Tarih Cografya Fakültesi, Klasik Filoloji bölümünü bitirir. 1957- 1958 yıllarında Almanya'da Göttingcn Üniversitesi'nde arkeoloji ve tiyatro derslerini izler. Türkiye'ye döndükten sonra bir süre Alma n Büyükelçiligi'nde çalışır ve daha sonra TRT'ye program uzmanı olarak girer. Bu sırada takvimler 1965 yılını göster mektedir ve Sevgi Soysal'ın yazarlıga başlamasının üzerinden beş yıl geçmiştir. İlk yazıları ve öyküleri; Dost, Yelken, At a ç gibj edebiyat dergilerinde yayımlanır.
Sayfa 20 - Kavram yayınları 1900Kitabı okudu
264 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.