Onun hayatı başka yöne sapmadan dümdüz bir çizgi üzerinde ilerlerken sağdan soldan katılan birçok hayat bu çizgiyi biteviye kesmişti. Az ya da çok ilgiyle hayatına girip çıkan, birbirini tanıyan, yolu birbiriyle kesişen veya hiç karşılaşmayan onca insanın hikayesini sinema perdesinde oynayan bir film gibi izlemişti Mücella. Hayatına dokunmak istediklerinde bile ne kadar beyhude çaba sarf etmiş, bildikleri bir yana, kim bilir bilmeden nelerin yanından geçip gitmişti.
İyi de affa değer olanı herkes affeder. Asıl af, affa layık olmayanı da affetmek değil midir? Tıpkı vicdan gibi. Onu kaybetmeye en fazla hakkımız olduğu anda koruyabildiğimiz şey değil miydi vicdan?
Kendi elleriyle işlediği cinayeti vakit geçtikçe sezen bir ruhun saflığıyla o zaman anlamıştı terk ettiği şeyin değerini ve ona ne kadar çok acı çektirdiğini. Çektiği acıdan değil, çektirdiği acıdan utanmıştı Güzide. Dahası, cektireceği acıdan.
Aşk, iğne batırılan balonlar gibi sönmüş, Güzide nin gözlerindeki bağ aniden çekilivermişti. Aşk çürüyünce ondan boşalan yere aniden gerçek doluvermişti. Aslında hep de oradaymış gerçek, bir yere gittiği yokmuş. Meğer ki perde inmiş üzerine.
Ama öyle hikâyeler var ki üzerinden ne kadar zaman geçse, affa dair bır kapı açılmazdı onların kahramanlarına. Onların üzerinden zaman geçmez, donup kalırlardı ilk anın dehşetinde. Bir kaya parçası gibi üzerine cöktükleri kalp o ağırlıkla yaşamaya alışırdı sadece.
Doğrusunu söylemek gerekirse Mücella nın aklına, fikrine, hayat tecrübesine muhtaç değildi bu kadınlar. Geliyor ve içlerini döküyorlardı sadece. "Anlatmazsam ölürüm" bır dertleri vardı çoğunun. Diğer yandan "dağlar olsa taşımaz" derdini ufacık bir sıkayetle anlatan, incir çekirdeğini doldurmaz sırrını ise dünyaya atom bombası atılacak da bır tek kendisi biliyormuş gibi büyütenler de eksik değildi.
Ama hepsi ne varsa döküp saçıyor, üzerindeki ağırlığı bir pazar küfesı devirir gibi Mücella nın sırtına boşaltıyor, ondan sonra da çekip gidiyorlardı evlerine. Herkes onu dinliyor ama ardından kendı bildiğini okuyordu.
Şimdi o, kolu bacağı kopmuş ama onu hala yerinde sanan, çoktan düşmüş azı dişinin ağrısını bütün başında duyan biri gibiydi. Ağrı yerinde kalsa da sesler çok geçmeden kesildi.