Hastahane yaralılarla doluydu. Ben, otuz hasta yatan en büyük koğuşa bakıyordum. Başhemşire çok tecrübeliydi. Aynı zamanda, bir sürü yeni hastabakıcı kadın da tedarik ettiler. Hepsi genç, güçlü kuvvetli idi, ama tecrübeleri yoktu. Mütemadiyen fingirdeyip duruyorlardı. Biraz hastaya bakmayı bilen, benden başka Mehmed Çavuş vardı ki, o iki yüz hastabakıcıya bedeldi. Kolunun biri yaralanmış ve tüfek kullanamayacak hâle gelmiş olduğu için, ordu onu hastahaneye vermişti. Daima beyaz başlığı ve önlüğü ile eli yüzü henüz yıkanmış gibi görünen o temiz hâliyle insan onu görünce, “İçi dışı beyaz bir adam,” derdi. O, iki yüz yatağa nezaret ediyordu. Erkek yardımcıları pek beceriksizdiler. En muhtaç olduğum zamanlar daima benim koğuşuma gelir, yatakta mütamadiyen ölenlerin en kocamanını bir tüy gibi kaldırır, götürürdü. Doktorların arasında dikkatimi çeken Cerrah Cemil Bey’dir. İnsanı hayrete düşüren bir adamdı. Bir günde seksen üç kol bacak kestiğini bilirim. Bununla beraber, bir ana gibi hastalara hitap ederdi. Âdeta bir evliyayı hatırlatırdı.
Benim yazı âlemine girişim bu günlerde başlar. Hep zihnimde, Tevfik Fikret’in meşhur Sis’ini tekrar ediyor, İstanbul’un üstünü saran o inatçı, o mütemadiyen artan sisin savrulup gittiğini tahayyül ediyordum. Evet, ruhlarımız yeniden doğmuştu. Tevfik Fikret’in başında olduğu Tanin gazetesi o zaman çıkmaya başladı. Bu gazete Edebiyat-ı Cedide muharrirlerinden en meşhurlarını toplamıştı. Salih Zeki de oraya ilmî şeyler ve makaleler yazıyordu. Ben de o gazetenin edebiyat kısmında yazı yazmaktan büyük bir haz, hatta gurur duyuyordum.
Sayfa 178
Reklam
Fakat ben arıyor, mütemadiyen arıyordum.
"Bir bıçak mütemadiyen ve gaddarca göğsümü oyuyor ama ben gökyüzüne bakmaya devam ediyorum. Başka çarem yok çünkü. Ayağı kırık bir ata neler yaptıklarını bilirsiniz. Durmak ve düşmek, yazgımızın kara lekesi."
bir bıçak mütemadiyen ve gaddarca göğüsümü oyuyor ama ben gökyüzüne bakmaya devam ediyorum. başka çarem yok çünkü. ayağı kırık bir ata neler yaptıklarını bilirsiniz. durmak ve düşmek, yazgımızın kara lekesi.
mütemadiyen ben...
“Ruhu, sahili hızla ittikten sonra denize doğru hoplaya hoplaya açılan bir sandal gibi, bütün etrafındakilerden uzaklaşıyordu .”
Sayfa 213
Reklam
Mustafa Kemal Paşa, lâmbasının ışığı altında kâğıtları karıştırır. Miralay İsmet Bey mütemadiyen dolaşır. Cami Bey dizinde kâğıtlarla konuşmak fırsatını beklerdi. İç işlerinde meseleler gittikçe çoğalıyordu. Her yarım saatte bir Hayati Bey gelir, telgraflar getirirdi. Bunların arasında şöyleleri vardı: “Ben Hilâfet Ordusu’nun yaklaştığını görüyorum. Halkın onlara iltihakından endişe ediyorum. Onlar girip telgraf tellerini kesmeden evvel emirlerinizi bekliyorum.” Bunlardan biri okunduktan sonra, Hayati Bey askerî selâm vererek: — Teller kesilmiştir, dedi. İşte, ihtilâlin manzaralarından biri. Diğer bir telgraf: “Ben kasabanın dışında muhabere merkezi tesis ettim. Kaymakam, Hilâfetçiler ile anlaşmak üzeredir. O, bir vatan hainidir.” Her gece, etrafımızdaki merkezler ve kasabalardan böyle telgraflar alırdık. Bu ihtilâl günlerinde zavallı ve fakir telgrafçıların cesaret ve vatanseverliklerini, yaptıkları hizmeti takdir etmemek imkân dışındadır. Bu durum, her gece şafak sökünceye kadar devam eder, hepimiz yorgunluktan bitkin bir hâle gelirdik. Mustafa Kemal Paşa’nın o günlerdeki kadar yorgun ve bazen de ümitsiz olduğunu görmüş değildim. Umumiyetle birkaç saat uyuyabilmek için sabahın erken saatlerinde aşağıya inerdik. Fakat, rahat uyumak da pek mümkün olmazdı. Çünkü, Hilâfet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp yatağımızda bizi boğazlayacaklarını tahmin edemiyorduk. Bu günlerde, bu vatan hainleri Bolu hastahanesinde yatan bazı subayları da yataklarından sürükleyip hastahanenin önünde kafalarını taşla ezmişlerdi.
O benden giderken aslında bana geliyordu çünkü bilmiyordu ki ben bir gölgeydim mütemadiyen onu takip eden çünkü ben bir gölgeydim bıkmadan peşinden sürüklenen.
Ben, Mahmure Abla’nın Gedikpaşa’daki küçük evine gittim. Ablam, ailesiyle birlikte benim evimde oturuyordu. Nakiye Hanım’la Mahmure Abla benim yanımdaydılar. Gerçi, bu büyük bir tehlikeydi ama, oğullarımdan bir tanesini olsun görmeden ayrılmak istemiyordum. Büyüğünü istedim çünkü küçük çok heyecanlıydı ve Robert College’deki azınlıklara mensup arkadaşlarının taarruzlarına mukavemet edemeyerek kendisini tehlikeye atabilirdi. O gün, sokaklarda asılı olan büyük harflerle yazılı ÖLÜM başlığı altındaki afişler mütemadiyen gözüme çarpıyordu. O gece Üsküdar’a döndüm.
Adnan, tehlikeden ziyade, verdiği sözde durmamış olmaktan üzgündü. Bundan başka da, Adnan’ın fikrince, şayet Türk mebusları İngilizler tarafından esir alınırsa, Garp efkâr-ı umûmiyyesi bizim tarafımıza dönecekti. Benim tuttuğum yol, tehlikeli olduğu kadar şüpheli idi de. Bütün bunlara rağmen, gece gayet sakin uyudum. Uyandığım zaman, Nigâr’la Dr.
Reklam
Said Nursi'nin her suale cevabı varmış(mış).
HER SUALE CEVAP VERMEK, HİÇ KİMSEYE SORU SORMAMAK Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi. Bilmez ki sorsun, bilse sorardı. Atasözü "Herhangi ilme sorulan suale bila-tereddüd derhal cevap verirdi."(1) "Sorulacak suallere cevap vermeye hazır bulunduğu gibi kimseye sual sormayacağını da beyan ederek bu kararda yirmi sene sebat
Sayfa 56 - Süleymaniye vakfıKitabı okudu
Uykun kaçıp da yalnız başına pencerenin önünde büzüldüğün an, dışarıda benim uğultumu dinle, zira ben hiç durmaksızın, mütemadiyen eseceğim. Bir gün dururum diye hiç bekleme… durduğum gün mahvolduğum gündür.
dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben müşterisiz mütemadiyen ağlamaklı için için eğlenceli temiz..
Sayfa 10 - PDFKitabı okudu
1,184 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.