Haydarpaşa'nın Ardından
Ben seninle hiç trene binmedim nasıl olur Ne çok şey var yapmadığımız mütemadiyen düşünüp Düşünüp, düşünüp, düşünüp delirecek gibi oluyorum...
Tabutluklara sevk
Osman Yüksel, Ankara’dan İstanbul’a gizlice getirildiklerini anlatmaktadır. Osman Yüksel’in de aralarında bulunduğu sanıklara tahkikat sırasında işkenceler uygulanmış, hepsi (40x50x250) santimetre boyutlarındaki (tabutluklarda) hücrelerde tutulmuşlardır. Tabutlukları “Ölmeden mezara koydular beni” diye söylenen halk türküsüne benzeten Osman Yüksel, yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: “Baktım emniyetin önünde kapalı bir otomobil var. Mahkûmlara mahsus, silahlı süngülü jandarmalar, polisler Atsız’ı getirdiler ve içeri soktular. Ben de girdim. Dışarısı görünmüyor, susuyoruz; Atsız’a bakıyorum gülüyor… Bu adamlar bizi nereye götürüyorlar? Yahu istasyona gitmeyecek mi idi? Yanımdaki sivil polis memuruna sormak istiyorum. ‘Sus’ diyor, ‘sus…’ Buraları ben hiç görmemiştim. Yoksa bizi bir yere götürüp orada kurşuna dizmesinler! Elimle işaretler yapıyorum. Kurşuna mı? Yanımdakiler mütemadiyen susuyor. Dünyada hiçbir sükut bu kadar korkunç değildir, ölüm gibi bir sükut… Nihayet bir yerde durduk. Baktım Etimesgut’tayız ah! Kurtulmuş gibiyim. Demin bana sus diyen polis gülüyor. Bizi niye istasyondan sevk etmediniz? ‘O, canım diyor, siz münevver adamlarsınız! Herkesin içinde süngülü jandarmaların önünde götürmek ayıp değil mi?’ Sonradan öğrendim ki bu da yalanmış! İstasyona bizim arkadaşlar gelir; bir taşkınlık yaparlar diye bizi buradan sevk ediyorlarmış."
Reklam
Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlik'imizi tanıttır, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar." dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen kendi lisan-ı mahsusiyesiyle mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlik'i tanıttırıyorlar. Muallimleri değil onları dinleyiniz.
Hâlik: YaradanKitabı okudu
Hâmuş mera zi güftü guftarı tü kerd, Bi kâr mera halâveti kârı tü kerd, Bigrihtem ez damı tü derhanei dil, Dil dam şüd-ü mera giriftarı tü kerd. Senin sözünü söyleyip mütemadiyen seni anmak,beni sükûta mecbur etti. Seninle meşgul olmaktaki zevk ve lezzet beni işsiz bıraktı. Senin tuzağından gönlüm evine kaçtım.Halbuki gönlüm tuzak oldu ve ben gene sana tutuldum.
Bir şey için ısrarlı olmak beni çok uzun zamandır yoruyor. Yapmaları gereken bir şeyi, bilerek ihmal ettiklerinde bile bunu insanlara söylemek gelmiyor içimden. Susup oturuyorum. Beni eski bir porselen fincan gibi içten içe çatlatan, derinden derine inciten bütün o küçük ihmallerinden bir şekilde vazgeçeceği günün gelmesini bekliyorum. O gün gelmiyor. Gelmeyecek, biliyorum. Ama hayatımda beklemek dışında yerini bildiğim başka bir şey yok. Mütemadiyen bekliyorum ben. Ümitsizce, umarsızca bekliyorum. Neyi? Bunun da cevabı yok. Bu bekleme hali içimde biriktikçe birikiyor. Haddinden fazla biriktiğinde fiyakalı bulduğum küçük isyanlar geliştiriyorum kendimce. Küçük oyunlar oynuyorum. Bu oyunlara kendimi çağırmayı da ihmal etmiyorum.
Sayfa 32 - Gökhan Özcan
BİRKAÇ BÎÇÂRE GENÇLERE VERİLEN BİR TENBİH, BİR İHTARNAMEDİR (Bu def’adan evvelce size gönderilen gençler îkaznamesinin bir tetimmesidir) Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesât cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için te’sirli bir ihtar almak istediler. Ben de eskiden Risâle-i Nur’dan meded isteyen gençlere
Sayfa 170 - İhlâs Nur NeşriyatKitabı okudu
Reklam
MEYVE RİSALESİ'NDEN ALTINCI MESELE
Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlık'ımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar." dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlık'ı tanıttırıyor. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.
Sayfa 426
Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlık'ımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar." dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlık'ı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.
Sayfa 171
Sabahları babam hepimizi odasına çağırır; Mahmure abla, küçük Nilüferle oynar, babamın bir dizinde ben, öteki dizinde Flora, ikimizi de okşar, sever: "Halide'nin gözleri Flora'nınkine benziyor." derdi. Belki doğru idi. İkimizin içinde de bu garip dünyanın hüznü ve ağırlığı var, ikimizin içinde de nerede ve nasıl olduğunu bilmediğimiz bir dünya hasreti vardı. Flora öldü ve köpek cennetine gitti. Fakat ben mütemadiyen, kılıkları kıyafetleri başka, içleri bir örnek olan bu zavallı zararsız görünen insan cinsinin her devirde bazan içimde isyan uyandıran hareketleri, tekrar edip durduklarını, hüzün ve hayretle seyretmeye mahkûmdum.
1,000 öğeden 781 ile 790 arasındakiler gösteriliyor.